SAKLI CENNET

MUSCAT

Türk Hava Yolları’nın 2006’dan itibaren yeni uçuş noktalarına direkt seferler başlatacağını öğrendiğimde, listede yer alan isimler arasında Muscat (Oman – Umman)’ı görünce dünyalar benim oldu sanki... Gazetede yer alan haber şöyle idi: “THY her hafta, Pazar gidiş- Pazartesi dönüş ve Çarşamba gidiş -Perşembe dönüş olarak karşılıklı İstanbul – Muscat  direkt uçuşlarına başlıyor!”

Son yıllarda, özellikle de Dubai Arap Yarımadası’nın en gözde tatil cennetleri arasında sayılmaya başladığından beri  bu bölge ilgimi çekiyor, gazete sayfalarında çıkan gezi ilanları arasında sıklıkla düşsel yolculuklar yapıyordum. Ancak, benim aradığım biraz daha farklıydı. Hem bir Arap ülkesi görmeyi hayal ediyordum, hem de otantik siluetini muhafaza edebilmeyi başarmış “özel” bir şehir arıyordum. Çok katlı devasa alışveriş merkezleri, muhteşem oteller, lüks restoranlar değildi aradığım. Arap kültürünün vazgeçilmezi suklar (souk: çarşı), özgün mimariyi sergileyen yapılar, yörenin simgesi minik hatıra eşyalar, yöresel dokumalar ve giysiler, yerel tatlar, ... kısacası, her yerde rastlanmayan, sadece gittiğim yeri bana hatırlatacak olan güzelliklerle dopdolu, “özellikli” bir yere gitmeyi düşlüyordum. Sonunda buldum;
Sinbad’ın gizemli ülkesi Oman’ın Akdeniz renklerine bürünmüş başkenti Muscat!

Şimdi, TK 1158 sefer sayılı THY Muscat uçağında, daha önce okuduklarımdan derlediğim bilgileri harmanlayarak ve hayalimde canlandırarak yazdıklarımı yaşamaya gidiyorum. Saat:19.00, ısı: 14*C ve yükseldikçe hızla düşüyor. İstanbul semalarında yavaş yavaş doğuya doğru ilerliyoruz. Kaptanımız, uçuşla ilgili anonslara başlıyor, her şey yolunda...

Yolculuğumuz yaklaşık altı buçuk saat sürecek. Yol boyu, notlarımı tekrar tekrar okuyorum...

“Masal kahramanı Sinbad’ın Sohar doğumlu bir denizci olduğuna inanılır. Sohar, Oman (Umman)’ın Hürmüz Boğazı’na en yakın noktalarından biri. Sinbad’ın efsanevi yolculuklarında kullandığı söylenen teknenin bir modeli Muscat’ta Al Bustan yakınlarında bir meydana yerleştirilmiş. “Dhow” adı verilen bu tekne, günümüzde kullanılan Oman teknelerinden pek de farklı değil. Sadece, Sinbad’ın kürekçileriyle yelkencilerinin yerini şimdi güçlü motorlar almış.

Balıkçılık ve tarım binlerce yıl Oman halkının en önemli geçim kaynağı olmuş. 1970’de, İtalyan arkeologlar Oman sahillerinde yaklaşık 400 kişinin yaşamış olduğu ve 7000 yıl öncesine tarihlenen bir balıkçı köyü bulmuşlar. Bu da Oman topraklarında yaşayan halkın atalarının denizcilik ve balıkçılıkla ne denli iç içe olduğunun bir göstergesi. Omanlılar, tarihleri boyunca balıkçılığı bir takım işi olarak görmüşler.Ava büyük teknelerle çıkılıyor, ağlar atılıyor, barbunya, tekir, kefal, mercan, ton, barakuda ve daha pek çok çeşitten okyanus balığı dönüşte büyük balık pazarında satışa sunuluyor, elde kalanlar da balıkçılar için iyi bir öğün oluşturuyor.


Kıyılarının uzunluğu 1700 kilometreyi bulan Oman Sultanlığı’nda yaşayanlar, Arap Yarımadası’nın en eski – ve belki de tek- denizci Arap halkı. Bu denizcilerin en ünlülerinden biri, daha doğrusu tarihe yazılmış önemli bir olayın isimsiz denebilecek kahramanı Ahmet Majid. Oman’lı bu kaptan, Vasco da Gama 1498’de Hindistan’a ulaşmak için Ümit Burnu’nu döndüğünde o gemilere kılavuzluk yapıyormuş. Portekizliler’in Hint Okyanusu kıyılarına ulaşmasıyla, o döneme kadar sükunetini koruyan bölgenin siyasi yapısı tamamen değişmiş. Portekizliler, Basra Körfezi girişindeki Hürmüz Boğazı’nın kontrolünü ele geçirmek için Oman’ın tüm kıyı kentlerini bir bir zaptetmişler. Seeb, Mutrah, Quriyat ve Sur ile birlikte Sohar ve Muscat’ta da küçük Portekiz garnizonları kurulmuş. 1526’da Muscatlılar, Portekizliler’e karşı bir ayaklanma başlattıysa da, bu hemen bastırılmış. Ardından dış saldırılar yoğunlaşınca Portekizliler, 1552’de kalelerle surların inşasına başlamışlar. “At nalı” şeklindeki Muscat Limanı’nı koruyan surların iki başında, kayalıkların üzerine yerleşmiş iki kale yapmışlar. Halen ayakta olan bu kalelerden doğu tarafındaki Nizwa Kalesi 1970’lere kadar hapishane olarak kullanılmış. Şimdilerde oldukça zengin bir müze.


Oman, 23 Temmuz 1970’de, babası Sultan Said bin Taimur’un tek varisi olarak tahta geçen Sultan Qaboos bin Said önderliğinde, bir yandan Müslüman-Arap dünyasının muhafazakar çizgisinde yaşarken, diğer yandan da modern dünyanın hızına ayak uydurmayı başarabilmiş. 18 Kasım 1940 doğumlu Sultan önce Salalah’da eğitim görmüş, 16 yaşındayken İngiltere’ye özel bir okula gönderilmiş. 1960’da Askeri Akademi’ye girmiş. Ardından çeşitli ülkelerde üniversite eğitimi aldıktan sonra 1964’de ülkesine dönmüş.


Oman’da son otuz yılda sayıları hızla artan okullarda, sadece nüfusun % 52’sini oluşturan 16 yaş altı kız ve erkek öğrenciler değil, yetişkinler için de eğitim programları uygulanıyor. Sağlık hizmetlerine çok önem verilmiş. Modern hastane ve kliniklerin sayısı hayli fazla. 1982’den beri Olimpiyatlar’a katılan Oman’ın 135 ülke ile resmi ilişkileri var. 1994’de ilk kez  bir de kadın elçi atayarak İslam dünyası içindeki modernleşme çabalarını somut biçimde ortaya koymuşlar. Turizm Bakanları da, Dr. Rajiha Abdul Amer Ali adında bir kadın. Ancak, yapılaşmada ve yaşamda görülen bu modernleşme giysilere pek de yansımamış. İklim şartlarından olsa gerek, kadın-erkek-çocuk giyiminde genellikle beyaz-bej tonlarda kollu, uzun, bol elbiseler kullanılıyor.  Erkek giysilerinin en önemli özelliği, Oman bayrağında da sembolize edilen ve bu uzun giysinin beline işlemeli kumaştan gösterişli bir kemerle takılan “hançer”. Ülkede çok gelişmiş gümüş telkari işçiliği ile bezeli hançerin ucu sağa doğru kıvrık. Oman’ın sembollerinden bir diğeri de canlı renklerden elişi motiflerle süslenmiş, kırmızı toprak tütsü kapları. Çok keskin kokulu reçine topakları bu kapların içinde küçük kömür parçacıklarının korunda yakılıyor. Bölgenin en ünlü ve en uzun Arap çarşılarından biri olan Muscat Mutrah Souk’ta çeşitli gümüş takılar, boy boy telkari hançerler, bol miktarda tütsü kabı, çeşit çeşit tütsülük reçine topakları, gene bir Oman sembolü olan ibrik görünümlü özel kahve cezveleri, hurma, ipekliler, değerli taşlar, inciler, giysi ve ayakkabılar, özel Oman helvası... ve daha pek çok şey satılıyor.


Kış aylarında bile ısısı 25*C’nin altına düşmeyen Muscat’ta 5*lı  oteller, kaliteli lokantaları, yüzme havuzları, spor salonları, su altı ve su üstü spor olanakları ile dünya standardında hizmet sunarken, yerel tatların yanında İtalyan, Lübnan, Fransız, Japon, Çin, Hint mutfaklarından örneklerle içki servisi de veriyor.”

Gözlerimi notlarımdan ayırmadan hayallere dalıyorum. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan Muscat’a varıyoruz. Seeb Havaalanı’nın kapısından çıkar çıkmaz yüzüme çarpan tütsü ve baharat kokulu ağır ve sıcak hava bana nasıl bir yere geldiğimi hatırlatıyor. Burası, Hint Okyanusu kıyısında, gündüz sıcaklığı 45* C’ye varan çok farklı bir coğrafya. Alandan merkeze doğru ilerlerken, bir ışık seli içinde yol alıyoruz. Oman Sultanı Qaboos bin Said’in 1992 yılında kaybettiği annesi için, 933.000 metrekarelik alanda yaptırdığı devasa (toplam inşaat alanı 416.000 metrekare) ama bir o kadar da zarif caminin 1122 ampulle aydınlanan kristal avizesinin yerden elli metre yüksekte asılı durduğu camekan kubbesine bakmaya doyamıyorum. 4 Mayıs 2001 günü büyük törenlerle ibadete açılan bu camide aynı anda 6600 erkek, 750 kadın ayrı bölümlerde namaz kılabilirken 8000 kişilik bir de dış avlu planlanmış. Caminin tabanını 21 ton ağırlığında, 1.700.000.000 düğümden oluşan yekpare halının kapladığı anlatılınca burayı da bir sonraki gün ziyaret edeceğim yerler listesine alıyorum heyecanla.


Sultan Qaboos Caddesi’nin  her iki kıyısından yeşil fışkırıyor, begonviller çarpıcı renkleriyle bizi şaşırtıyor. Az ötede yükselen muhteşem volkanik kaya tepeleriyle bu renk cümbüşü arasında müthiş bir tezat var. Muscat, çölde vaha gibi, hatta daha da fazlası; cennet gibi. Yol boyunca,  her kavşağa ülkenin sembollerinin heykelleri yerleştirilmiş; bir hançer, bir ibrik, hisar formunda bir tütsü kabı ... Kendimi bir masal diyarında hissediyorum.


Merkeze yaklaşırken, denizle yol arasında önce bakanlıkları, sahil şeridinde de tüm ülkelerin büyükelçiliklerini görüyoruz. Her şey son derece düzenli ve özenli. Bir kentin kimliğini yitirmeden de modernleşebileceğinin göstergesi gibi duran evler dört ya da beş katlı, ama hep bembeyaz badanalı. Asırlardır dört bir yanındaki binden fazla kale, gözetleme kulesi ve hisarlarıyla ünlenen Oman’ın bu özelliği yeni yapıların üslubuna da aynen yansıtılmış. Yapıların vazgeçilmezi, yine Arap mimarisinin klasiği olan kemerli pencereler. Sahilde, pencere pervazları Ege adalarını hatırlatır biçimde maviye boyanmış. Cumbalı balkonlardan begonviller sarkıyor.

Nüfusu iki buçuk milyon olan Muscat’ta bir milyondan fazla yabancı yaşıyor. Hemen her işte çalışan yabancılara sadece taksi şoförü olma yasağı var, Omanlı olmayanlar asla bu işi yapamıyor. Taksilerde taksimetre yok, pazarlığı iyi yapan kazanıyor. Burada İngilizce bilmeyen yok gibi. Hintliler, Pakistanlılar, Bengaldeşliler ve diğerleri kendi aralarında karma bir lisan konuşuyorlar, Omanlılar da kendi dilleriyle İngilizceyi harmanlıyorlar. Sultan, her iş yerinde belli sayıda ve pek de azımsanmayacak bir ücret karşılığı yaşlı işçi çalıştırma zorunluluğu getirmiş; markette paketleme yapan amca halinden hiç de şikayetçi gibi durmuyor. Sokaklarda asla dilenci yok. Düzenli sefer yapan şehir otobüsleri fazlaca rağbet görmese de, taksiler gibi bir örnek olan beyaz minibüs- dolmuşlar yolcu sıkıntısı çekmiyor. Ama yine de, Muscat halkının genel tercihi klimalı özel arabalar.

Al Udhaybah, Al Ghubbrah, Al Khuwayr, Al Wutayyah, Sidap, Darsayt gibi yerleşim bölgeleri dışında Al Qurm’da büyük ticaret merkezleri  kurulmuş. Ruwi yerleşimin en yoğun olduğu bölge, kurumuş geniş dere yatağının iki yakasında denize doğru uzanıyor. Bazen, yılda bir kez, yağmur fazlaca yağdığında zemin kayalık olduğu için, toprağın suyu emmediğini bu nedenle de çok ciddi taşkınlar yaşadıklarını anlatıyorlar. Muscat’ta bulunan onlarca müze içinde şimdilik sadece Milli Müze’yi ziyaret edebiliyorum. 1880’lerdeki Sultan’ın ve oğlunun Said bin Turki (Turky) olarak anıldığını görünce kafamda soru işaretleri oluşuyor. Müzedeki açıklamalarda Sultan’ın ailesi Zanzibar kökenli olarak gösteriliyor. Mutrah’da kocaman bir balık ve sebze halinin bulunduğu liman, az ötesinde de gümrük binaları var. Ve en önemlisi minik kapalı çarşı, “Mutrah Souk” burada. İstanbul’daki Kapalı Çarşı’nın yanında gerçekten küçük sayılsa da, iki gün boyunca bütün dükkanlara girip çıkmaktan kendimi alamıyorum. Dünyayı saran Çin malı çılgınlığı henüz burayı tam anlamıyla esir alamamış ama yavaş yavaş sızmaya başlamış.  Sultan’ın görkemli ama son derece zarif sarayı eski Muscat’ta, denizin hemen kıyısında. Son dönemde, özel yatı için bir de liman yapılmış. Sarayın kapısına kadar gidip rahatça fotoğraf çekiyorum. Pırıl pırıl gökyüzünde bembeyaz pamuk yığınlarını andıran bulutlar var, hava tertemiz. Masmavi, uçsuz bucaksız okyanusun yanında, rengarenk çiçeklerle yemyeşil çimenlerin armonisini anlatmaya kelimeler bulamıyorum. Tek sorun, alışık olmadığım derecede yüksek hava ısısı. Burada yüzmeye can atıyorum. Ama ancak, güneş battıktan sonra, ay ışığında, Sidap yakınlarındaki yat kulübüne gidip hayatımda ilk kez okyanusta yüzmenin keyfine varıyorum.

Her güzel şey gibi, Muscat macerasının da sonu geldi bile. Yaşadıklarım bir rüya gibi. Elimde, tütsü kaplarım, minyatür hançerlerim, işlemeli tuniklerim, yasemin kokulu sabunlarım, yeni kitap ve broşürlerim ve daha birçok Oman hatırası ile dolu poşetlerle yeniden o ışık seli yoldan alana dönüyorum. Buradan ayrılmak çok zor geliyor. Muscat’a bir kez daha gelebilmeyi dileyerek THY uçağının merdivenlerini tırmanmaya başlıyorum. Kapıda bizi buraya getiren kabin ekibiyle karşılaşıyoruz, hepsi bizi tanıyor. Uykuya dalmadan önce, notlarıma son bir paragraf daha ekliyorum:

“Muscat, palmiyeleri, çöl ile okyanus arasında bir set gibi duran kayalık dağların eteklerinde gizlenmiş küçücük plajları, lezzetli balıkları, bakımlı caddeleri ve Akdeniz renklerine bürünmüş cumbalı evleri ile çölde vaha gibi... Bir yanda ezan sesleri yükselen nakışlı camiler, diğer yanda pürüzsüz beton asfaltta yol alan air- condition’lı lüks arabalar, bir yanda denizin mis gibi kokusu, öte yanda geleneklerini sürdüren balıkçılar... Burada herkes için bir şeyler var..”.

 

Emel ALTAN EGE       

5 Mayıs 2006   Muscat-İstanbul

www.ikiem.com
egeemel&hotmail.com
emelege&superonline.com

 

Gerekli adresler:
Al Bustan Palace- Muscat: www.albustanpalace.com
Crowne Plaza – Muscat : www.crowneplaza.com
Radisson Hotel – Muscat: www.radissonsas.com
Alsawadi Beach Resot: www.alsawadibeach.com
Ramada Muscat – www.ramadamuscat.com
Sheraton Oman Hotel – www.sheraton.com/oman
Golden Tulip- nizhotel&omantel.net.om
Arabian Sea Safaris – www.arabianseasafaris.com
Desert Discovery – www.desert-discovery.com
Mark Tours – Oman Turizm Acentası: marktour&omantel.net.om
Nahar Tourism – emptyqtr&omantel.net.om
Oman International Exhibition Centre – www.omanexhibitions.com
(19-22 Ocak 2006 tarihlerinde Muscat’ta 1.Türk Ürünleri Sergisi düzenlendi).

Not: Oman’la ilgili geniş bilgi için www.omantourism.gov.om adresine girebilirsiniz.


THY haftada iki gün direkt sefer yapıyor. Yolculuk 6-7 saat kadar sürüyor. Sadece Doha-Katar’da bir saatlik bekleme süresi var. Muscat – Oman seyahati için en uygun dönem Ekim- Kasım- Aralık. Sıcaklık 25*C civarında.


Çalışma saatleri: 09.00 – 13.00 / 16.00 – 19.00 

 
Saat farkı: Oman, Türkiye’den bir saat ileride.


Giyim kuşam konusunda hiçbir kısıtlama olmamakla beraber, camilere girişte kadınlar için mutlaka uzun pantolon, uzun kollu üstlük ve saçı tamamen kapatacak biçimde örtülmüş bir baş örtüsü gerekli. Erkeklerin de şort ya da kısa kollu gömlekle girişi yasak.


Limandaki kafelerde ve alışveriş merkezlerinde  taze hazırlanmış tropik meyve suları 1 Riyal (2.5 USD) civarında. Yiyecek – içecek fiyatları makul.


Türk Büyükelçiliği: +968 24697050
Cep telefonu ve kredi kartı kullanımında sorun yok.