Coşkulu İnsanların Adası : Cuba

 

Afrika ritminin coşkusu, Akdeniz insanının sıcaklığı ve renklerin çılgın armonisi…

Bir yanda çok yıldızlı modern oteller, diğer yanda üç-beş ailenin birarada yaşadığı, pencerelerinde camı bile olmayan, bakımsız, harap, Latin mimarisine özgü çizgiler taşıyan kolonyal evler. Geçmişin şatafatı şimdi tarih olmuş. Ama onlar yaşama sımsıkı sarılmışlar, günlerini gün ediyorlar. Sabahın erken saatlerinde işe gidenler öğle yemeğinin sonunda siestayı asla ihmal etmiyorlar. Geceleri ise dünyaları dans ve müzikle dopdolu.

Havana'da çok katlı otellerin renk renk sabunlar, süslü şampuan ve kremler, saç kurutma makinesi bulunan banyolu, klimalı, renkli T.V.'li ve hatta özel çelik kasalı kişiliksiz otel odalarında dünyanın herhangibir yerinin sıradan konforunu yaşarken gerçek Küba insanını tanımak güç. Çünkü bu oteller sadece ve sadece dolarla ödeme yapabilen yabancılar için. Otellerin geceliği 100$'ın üzerinde. Kübalılar'ın burada gecelemesi balayı günleri haricinde yasaklanmış olmasa bile, onların zaten bu kadar doları biraraya getirebilmesi imkansız gibi… Ortalama aylık ücret 15-20 $ civarında. Bir profesör en fazla 40$ kazanabiliyor. Buna karşılık bir pub'ta bir bira için 1$ ödemek gerekiyor. Otellerin olanca şatafatına karşın sokakta sefalet var.

Zamanında en gözde evlerin yanyana sıralandığı, Okyanus'un hırçın dalgalarına karşı duran Malecon (Kordonboyu) şimdilerde hüzünlü bir sessizlik içinde. Bir zamanlar günbatımında keyifli saatler yaşanan beyaz mermer sütunlu balkonlarda yoksullugun izleri var.

Sağlık ve eğitim hizmetleri devlet tarafından karşılanıyor olsa da güç yaşam şartları burada ilginç gelenekler yaratmış. Cebinde dolarları olduğunu farkettikleri bir yabancı ile arkadaşlık kurduklarında hemen masaya birkaç arkadaşlarını daha davet edip, hesabı misafire ödetiyorlar. Çünkü onların maaşı böyle bir lüksü( ! ) karşılamaya asla yetmiyor. Amerikan malı giysilere tutku derecesinde hayranlıkları var. Markalı bir jean ya da spor ayakkabı için herşeylerini( ! ) vermeye hazırlar. Bir gecelik aşklar belki de bu nedenle çok olağan karşılanıyor burada.

Ek gelir olsun diye sokaklarda mangalda et ya da tavuk pişirip satanların yanısıra evlerinde lokanta hizmeti verenlerin sayısı bir hayli fazla. Evlerde sadece ev ahalisinin hizmet etmesine izin verilmiş. Servis için 12 kişi yada 5 masa sınırlaması var. O nedenle önceden arayıp rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Fasulye en çok tüketilen gıda. Yanısıra deniz ürünleri, patates ve tropik meyveler revaçta. Milli içkileri, bu nemli sıcakta insanın içini serinleten MOJİTO. Rom, buz, şeker ve taze nane yapraklarıyla hazırlanıyor.

1942'de açılan La Bodeguita del Medio, 1939-60 arası Hemingway'in de müdavimi olduğu ünlü kahve. Duvarlar, masaların üzerleri, her yer müşterilerin anıları, sırları ve imzaları ile donanmış, kimse asla silmiyor.

Derin bir kültürün kırık dökük izlerini taşıyan Havana'dan sonra, Santiago de Cuba'nın farklı bir sıcaklığı var.Her köşe başında müzik yapıp dans ederek coşanların yanısıra, Central Park'ın huzur veren serinliğinde oturup dinlenen, rengarenk giysili insanlar, nüfusun kalabalıklığına rağmen hep birbirlerini tanıyor ve selamlaşıp konuşuyorlar.

La Bella Cubana'da Afro- Cuban kültürün folklorik gösterileri tam bir şenlik. Kolonyal binanın içinde %95'i siyah olan izleyicilerle dansçılar hepbirlikte coşkuyla dans ediyorlar. Müthiş bir ritm, müthiş bir duygu… Bu ülkede müzik hayatın odak noktası. Gösterişli bando mızıkalı bayrak törenleri de bu nedenle çok önemli. Her kutlama ayrı bir şölen havasında.

Kübalılar arabalarına da tutku ile bağlılar. Çoğu 1950'li yıllardan kalma, ama hepsi pırıl pırıl. Genelde pembe, sarı, mavi, yeşil, kırmızı gibi çok canlı renklere boyayıp, metal aksamını hiç bıkmadan saatlerce parlatıyorlar. Hepsi müzelik olma yaşındaki bu arabalar onlar için çok önemli. Yenilemeyi hayal bile edemedikleri bu emektar arabalar onlada ek gelir de sağlıyor. Ülkeye gelen yabancılara taksi hizmeti verip bahşişlerle birlikte maaşlarından fazlasını kazanabiliyorlar. Bu çok renkli dünyayı tanımanın en iyi yolu bunlarla adayı bir baştan bir başa dolaşmak. Havana'dan Santiago de Cuba'ya uçtuktan sonra dönüş mutlaka kara yolu ile yapılmalı. Hem de bu PARTİCULAR taksilerle… Ancak benzin karaborsa ve taksi ücreti sıkı bir pazarlıkla belirleniyor. Üstelik yolda başka müşteri almak serbest ve molalarda ikramlar da taksiyi kiralayanın cebinden…

Santiago çıkışında doğa muhteşem. Heryerden yeşil fışkırıyor. Göz alabildiğine şeker kamışı tarlaları ve palmiyeler…Ama binalar çok sefil görünüyor. Son 20-30 yılda tek bir çivi çakılmadığı gibi boya bile yapılmamış.

Kristof Kolomb'un adaya ayak bastığı an hayran olduğu bembeyaz kumsallarda şimdi Caya Coco'nun muhteşem tatil köyleri yabancı konuklarını bekliyor. Flamingo ve papağanlar palmiyelerin arasında eşsiz renkleriyle bu yeryüzü cennetini daha bir süslüyorlar. Çevre düzenlemesi ve yapılardaki mimari özen de gerçekten doğayla uyumlu. Çeşitli su sporlarının yapıldığı denizin rengi açık yeşilden turkuaza, laciverte kadar yeşille mavinin her tonunu sunuyor. Ama burası da gerçek Küba yaşantısının tanımlanabileceği bir yer değil. Gene bir particular taksi ve ver elini Trinidad…

Yolların çevresi yemyeşil. Yol boyu palmiyeler, mango bahçeleri, toprağı kara sabanla süren çiftçiler, şeker kamışı yüklü kamyonlar, insan taşıyan kamyonlar, öküz arabaları, lüks turist otobüsleri…

Trinidad tek katlı evleri, eğri büğrü taş döşeli sokakları ile akşam güneşinde çok hoş görünüyor. Evlerin verandasında sallanan koltuklar masif, el yapımı ve çok eski. Duvarlarda plastik kuşlar, çiçekler asılı. Cam kapaklı ahşap dolaplar, elişi sehpa örtüleri geçmişten gelen ince bir zevkin ürünü.

Bu şirin evlerde pansiyonculuk oldukça yaygın. "Casa Particular" larda odaların kapısı, pencerelerin camı yok. Ama gerçek Küba yaşantısını görmek için ideal fırsat. Üstelik buralarda ev yemekleri de sunuluyor.

Trinidad sokaklarında el örgüleri, ahşap oymalar, resimler, biblolar satan tezgahlar kentin kültürünü açıkça sergiliyorlar.

Buradan Vinales'e otopista denen 600 kilometrelik bakımsız otobandan particular taksi ile 8-10 saatte gidiliyor , yine karaborsa yakıt ve pazarlıkla belirlenen ücret karşılığı…

Yeşillikler arasında toprağın rengi yer yer kırmızıya dönüşüyor. Büyük tütün bahçelerinin arasında damları palmiye yapraklarıyla örtülmüş tahta evler var. Bu evlerden birinde yaşayan 84 yaşındaki tatlı ihtiyar yörenin arkeolojik özelliklerini, mağaralardaki duvar resimlerini, fosilleri anlatıyor heyecanla. Evinin duvarları diplomaları ve kitaplarıyla dolu. Önerisine uyarak kiralık bisikletlere atlayıp bu mağaraları keşfetmeli. Ama vadide avlanmaya çıkmış kartalların pike dalışlarına dikkat etmek gerek.

Mağaranın içi aydınlatılmış. Yeraltı suyunun içinde lastik botla gezilebiliyor.Vadideki diğer mağaralarda turistik kafeler dolarla ödeme yapacak yabancıları bekliyor. Mağaraların dış yüzünde insanlık tarihini belgeleyen devasa resimler yapılmış. Birkaç yaşlı adam halatlarla buraya tırmanıp resimlerin boyalarını tazeliyorlar, doğa şartlarına yenik düşmemeleri için…

Pinar del Rio'ya doğru yol kıyısında yüksek damı palmiye yapraklarıyla örtülü tütün kurutma evleri var. Tarladan toplanan tütün yaprakları sıra sıra dizilip buralarda kurutmaya bırakılıyor. Küba denince akla ilk gelen şüphesiz puro oluyor. Tarlada erkekler çalışıyor, toplama ve dizip kurutma işlerini kadınlar üstlenmiş. Sarma işi de ojeli uzun tırnaklı esmer dilberlerin elinde. Burada pek çok dış kaynaklı malda olduğu gibi oje ve aseton bulmada sorun yaşanıyor. Bu yüzden oje bulunduğunda çok canlı renlere boyanan tırnaklar ojeleri dökülünceye kadar öylece bırakılıyor.

Buram buram tütün kokan ahşap kulübelerden uzaklaşırken az ötede bahçe kapısına renk renk, çeşit çeşit meyvelerin asıldığı ilginç bir evgörünüyor. 75'likyaşlı bayan Caridad'ın bahçesinde yarattığı cennet görülmeye değer. Bilimler Akademisi'nden aldığı özel izinle Küba'da yalnızca kendi bahçesinde bulunan türler yetiştirmiş. Kavuna, kabağa, hindistan cevizine, turunçgillere benzeyen çeşit çeşit üründen keyifle ve gururla tattırıyor gelenlere. Bahşiş bırakmak sizlere kalmış…


Emel (ALTAN) EGE