HEINRICH SCHLIEMANN KİMDİR?


Son günlerde, basında yer alan bir haberin ardından Schliemann üzerine tartışmalar başladı. Schliemann, kimilerine göre "arkeolojinin babası" sayılacak kadar değerli bir bilim adamı, kimilerine göreyse cebini doldurmaktan başka hiçbir şey düşünmeyen bir tarih soyguncusuydu. Sonuçları itibarıyla Çanakkale, Türkiye ve hatta dünya tarihi için "talan" sayılabilecek ama bir o kadar da önemli olan, Troia'nın ilk arkeolojik (!) kazılarında baş rolü üstlenen bu insan kimdi? O'nu ve amaçlarını daha iyi anlayıp, yargılarken bazı kriterleri göz önünde bulundurmamız gerektiğine inanarak, 1980 yılında Baskan Yayınevi'nden çıkan Guy Rachet'in yazıp, Orhan Tercan'ın çevirisini yaptığı "Kaybolmuş Dünyalar- Mısırlılardan Mayalara" adlı kitabın "Eski Bir Uygarlığın Peşinde Bir Meraklı" adlı bölümünü aktarmak istiyorum: "Bundan yüzyıl önce, Çanakkale boğazının hemen yanındaki küçük Hisarlık tepesinin adını, yurdumuzun bu bölgesinde yaşayanlardan başka kimse duymamıştı. 1873 mayısının sıcak bir gününde yüz kadar işçi, Hisarlık adını bütün dünyaya tanıtacak olan adamın yönetiminde bu küçük tepede çalışıyorlardı. Bu adam, Heinrich Schliemann adında bir Almandı. Daha sekiz yaşındayken aklına koyduğu bir tasarıyı gerçekleştirmek üzere işe başladığında aşağı yukarı elli yaşlarındaydı. Neubukow kasabasının papazı olan babası, sekiz yaşındayken ona resimli bir tarih kitabı armağan etmişti. Kitaptaki resimlerden biri Homeros'un bize aktardığı efsaneye göre milattan on iki yüz yıl önce Yunanlar tarafından ele geçirilen Troia kentini alevler içinde yanarken gösteriyordu.Resimdeki kalın sur duvarlarını uzun süre seyreden çocuk, "böylesine sağlam duvarlar bütünüyle yıkılıp gidemez" dedi babasına. Oysa tarih kitabında, bu eski kentten hiçbir iz kalmadığı yazılıydı. Büyüdüğü zaman kentin yerini bulmayı işte o gün aklına koydu. Heinrich, erken gelişen yetenek ve zekasıyla dokuz yaşında Latince öğrendi. İki yıl sonra Troia savaşının öyküsünü Latince yazabilecek kadar iyi biliyordu bu dili. On dört yaşındayken ailesi onu bir bakkal dükkanına yerleştirdi. Çok küçük bir ücret karşılığı sabahın beşinden akşamın on birine kadar çalışıyordu. Bu hayata beş yıl dayandı. Sonra bir gemiye miço olarak yazılıp, denize açıldı. Gemisi Hollanda kıyılarında batınca Amsterdam'da beş parasız kaldı. Troia'nın hayali çok uzaktaydı artık! Fakat Schliemann'ın öyküsü enerji, sabır ve kararında direnişin romanıdır. Ağaç ticareti yapan bir şirkette yazışmaları postalamakla görevlendirilen Heinrich, önce İngilizce ve Fransızca, sonra da Rusça öğrendi. Tek başına çalışıyor, çıkardığı sözcüklerin listesini bıkıp usanmadan ezberliyordu. Rusça bilmesi işe yaramıştı, ticaret komisyonculuğu yapmak üzere Rusya'ya gönderildi. Orada ticarete atılıp, kendi adına iş kurdu ve kısa sürede zengin oldu. Yirmi yıl içinde büyük bir servet yapmıştı. O'nun yerinde herhangi birisi olsa, servetini arttırmak ve işini büyütmekten başka bir şey istemezdi. Ama Schliemann herhangi birisi değildi. Bütün bunları yalnız ve yalnız çocukluk hayalini gerçekleştirmek amacıyla yapmıştı. Başka diller öğrenmeye de zaman ayırdı; Lehçe, İsveççe, İtalyanca, özellikle de eski ve yeni Yunanca öğrendi. Bir seferinde dünyanın çevresini dolaşmak, bir başka seferinde Mısır'ı ve Yakındoğu'yu gezip, Arapça öğrenmek üzere pek çok yolculuk yaptıktan sonra artık düşünü gerçekleştirmeye hazır olduğuna inandı. Kurduğu ticarethaneyi tamamıyla kapatıp, Yunanistan'a gitti. Sonradan bütün çalışmalarına katılacak olan Sophia Engastromenos adlı Atinalı bir genç kızla evlendi. 1870'te Troas'a geldi. Birkaç araştırmadan sonra Hisarlık tepesinde karar kıldı. Homeros'un Troia'sı olsa olsa burada olurdu. Türk hükümetinden izin alıp hemen kazılara başlayan Schliemann, o bitmez tükenmez enerjisini bir kez daha kanıtlamak zorundaydı.

O sabah dayanılmaz bir sıcak vardı. O ve karısı Troia'nın efsaneleşmiş kralı Priamos'un sarayı olabileceğini düşündükleri bir kale duvarının dibinde tek başlarına çalışıyorlardı. Kazmanın ucu sert bir cisme çarpmıştı. Kale duvarının altındaki taş toprak yığınını delicesine temizlemeye başladılar. Nihayet o sert cismin arkasında bir altın parıltısı çarptı gözlerine. Bölgedeki işçileri Sophia'nın yaşgünü şerefine o gün çalışmayacaklarını söyleyerek gönderdikten sonra, toprağın altındaki eşyaları bir bir çıkartmaya başladılar. Gümüş vazolar, kadehler, tabaklar, altın ve bakır kupalar, altın kolyeler, küpeler, taçlar, bakır kazanlar, kılıçlar, kalkanlar ve değerli madenlerden yapılmış 9000'in üzerinde küçük parça, o akşam barakalarındaki masanın üzerine dizilmişti.Schliemann bu gömüye "Priamos'un hazinesi" dedi. Oysa gerçekte bulduğu hazine Homeros'un destanındaki ünlü kraldan bin yıl öncesine aitti ama Troia kenti de gerçekten o tepenin altındaydı. Troia, Homeros'un sözünü ettiği bütün kentleri bulup çıkarmak isteyen Schliemann için sadece bir aşamaydı. 1874'de Yunanistan'a gitti, Mykenai kentine el attı. Arkeolojik sezgisi onu gene yanıltmadı.1876 kazı mevsiminde beş mezar odasını ortaya çıkardı. Otuz beş yüzyıl önce ölülerle birlikte oraya gömülen altın maskeler, kupalar, kadehler, mücevherler ve hepsi altından yüzlerce eşya olduğu gibi duruyordu. Schliemann'ın bulduğu hazinelerin zenginliği kazıların gerçek önemini hiçbir zaman gölgelememelidir. Çünkü kazılar Yunan uygarlığının tarihini iki bin yıl geriye götürmüştür. Schliemann bu buluşlarıyla Homeros destanlarının tarihsel bir temele dayandığını göstermiş, unutulmuş parlak bir uygarlığı gün ışığına çıkarmıştır."

Kısaltarak aktarmaya çalıştığım bu bilgilere, Schliemann'ın yetkililerle yaptığı anlaşmaya sadık kalmayarak, Troia'da ortaya çıkardığı hazinelere tümden el koyduğunu ve beraberinde yurt dışına kaçırdığını da eklemeliyim. Ancak kazı iznini verenlerin neden hiçbir denetime kalkışmadıklarını da sormadan geçemeyeceğim. O'nu basit bir maceracı sanıp, ciddiye almadıklarından olsa gerek. Schliemann, uzun yıllar sürdürdüğü çalışmaları sonunda hırsına yenilip adını lekeleyecek pek çok olumsuz tavrı ortaya koymuş olsa da, O'nun tutkulu bir tarih araştırmacısı olduğunu, tarih adına muhteşem başarılara imza attığını, bir anlamda bilinmeyen bir dönemin tarihini yeniden yazdığını da söyleyebilirim.Belki bazıları bana kızacak ama hiçbir soyguncu ya da define avcısı hayatının kırk yılını bu uğurda araştırmalar yapmak için dokuz dil öğrenip, çalışmalara gereken parayı biriktirmek amacıyla güç şartlar altında çalışmakla geçirmez. Şimdi Schliemann'ı hangi kefeye koyacağınıza sizler karar verin...

EMEL (ALTAN) EGE 22-9-2001