Antenor'un Padova'daki lahdi 1985'in 17 Eylül'ünde
resmi bir heyet tarafından açılarak, Arkeoloji müzesi tarafından
lahdin içindeki tabut ve iskelet üzerine bilimsel çalışmalar başlatılmıştı.
28 Nisan 1990'da sona eren bu çalışma Padova tarihinde yepyeni bir
sayfa açmıştır.
Tabutun içinden çıkan kalıntılara yapılan radyokarbon testleri,
kemiklerin M.S. 268 (+/- 48 yıl)'e tarihlendiğini gösterdi. Ancak
bu, mezarın Antenor'a ait olmadığının ispatı değildir. Daha sonra
aynı tabuta, aynı lahde sonraki dönemlerin ünlü bir komutanı da
gömülmüş olabilir. Kimliği meçhul bu kişinin üst rütbeli bir Hun
komutan olması da mümkündür. İlginç olan, M.S. III. Ya da IV. y.y.a
ait olan bu kemiklerin tabuta IX.y.y. da konulmuş olabileceğinin
anlaşılmasıdır. Pek çok soru işareti taşımakla birlikte, bu mezardaki
ayrıntıların keşfi Padova tarihi açısından bir dönüm noktasıdır.
Bir anlamda, bir efsanenin gerçeğe dönüşmesidir diyebiliriz. Geçmişten
günümüze dek çözülememiş olan Padova-Troia bağlantısı Antenor'un
lahdinde ortaya çıkarılan gerçeklerle, mitoloji, tarih ve gerçekler
arasında gidip gelen bir efsanenin çok daha iyi anlaşılabilmesi
açısından büyük önem taşımaktadır.
Vergilius'un Aeneias destanında Padova'nın kuruluşu şöyle anlatılmaktadır:
Antenor, Akhalar arasından kurtulan savaşçı,
Ulaşmış İlliria koyuna Libirnus krallığı içine,
Geçmiş Timavus kaynağından öteye, dağlardan
Gümbürtülerle dökülen, dokuz kaynaktan çıkan,
Geniş ovaları kaplayan, sulayan ırmağın uzağına.
Orada kurdu Patavium kentini Troialılar için,
Bugün onun adıyla anılan, Troia armasını
Taşıyan, mutluluk içinde yaşadığı yeri.
Bu önemli dizeler, ilk kez, Antenor'un mezarının
Padova'da bulunduğunu işaret eden bilgileri veriyordu. Bu kahraman
doğudan gelen Troia ve Enet halkı adına bu kenti kurup, kente bu
adı vermişti. Ve şimdi huzur içinde burada yatmaktaydı.
Hıristiyanlık döneminde kentlerin kurucuları olan kahramanlar adına
anıt mezarlar yapılır ve onlar adına kutsanırdı. Son zamanlarda
Lavinio'da da Aeneias adına yapılmış olan bir anıt mezar bulunmuştu.
Antenor ve Aeneias, Padova ve Roma. Kökleri Troia'ya bağlanan iki
kent ve iki kahraman. Aeneias, Troia'dan kaçarken Tiren denizine
girmiş, Antenor ise Adriyatik'in kuzeyine kadar ilerlemişti. Onların
son istirahatgahları da İtalya yarımadasının bu iki bölgesi olmuştu:
Veneto ve Lazio.
Tarihçilerin aktarmış olduğu bilgilere göre, Antenor, Aeneias ile
birlikte Troia savaşına neden olan Paris'in Helena'yı kaçırması
olayına karşı çıkmış, Menelaos'a karısını ve hazinesini iade etmeleri
konusunda Troialıları ikna etmeye çalışmıştı. Büyük ihtimalle de
bu davranışlarına karşılık bir vefa borcu olarak canları bağışlanmış,
Troia adına savaşan tüm komutanlar öldürüldüğü halde onların kaçmalarına
izin verilmişti.
Antenor, karısı Theano, oğulları Helicaone ve Polidamente ile beraberlerindeki
Paflagonialı Enetlerle Troialılardan oluşan bir gurup halk şimdiki
Veneto bölgesi topraklarına ulaşmayı başarmışlardı. Ancak, bu topraklarda
yaşayan ve kral Veleso (Valesio) yönetimindeki İlliryalı Euganeler
tarafından hiç de dostane karşılanmamışlardı. Antenor'un oğlu Helicaone
burada yapılan savaşta bir kılıç darbesiyle öldürüldü. Antenor savaşı
kazandıktan sonra, kentini tam bu noktada kurdu ve "bir okla
vurulan kuş" anlamına gelen "peto avem"den türetilen
bir kelime olan Patavium adını bu kente verdi.
Bu öyküde Roma'nın kuruluş öyküsünü hatırlatan bölümler var. Aeneias'ın
soyundan gelen Romus ve Romulus kardeşlerin birbirleriyle çatışması
ve birinin ölümünün diğerinin elinden olması akıllara Helicaone'nin
ölümü de Polidamente'nin elinden mi gelmişti sorusunu getiriyor.
Ayrıca, Troia savaşında Priamos'un oğlu Hektor'un, Paflagonialı
Enetlerin kralı olan Pylaimenes'den önce oğlu Harpalion'un öldürülmüş
olması tüm bu öykülerin ortak özelliği gibi görünüyor. Bu da ilginçtir.
Padova ve Roma, Antenor ve Aeneias. Her ikisi de Troialı, her ikisi
de İtalya topraklarında asırlarca ayakta kalan ve halen yaşayan
iki önemli kentin kurucusu. Onların öykülerinin gerçekliğini çözmek
binlerce parçalık puzzle yapmaya benziyor. Önce onları Homeros anlatıyor,
sonra Vergilius'tan, Titus Livius'tan dinliyoruz öykülerini. Ardından
da onlarca efsaneye, şiire, metne konu oluyorlar. Şimdi de onlara
ait anıt mezarlar çıkıyor ortaya.
Antenor'un tabutunun içinden çıkan kemikler M.S. 268 (+/- 48 yıl)
olarak tarihleniyor. Ve bu kemiklerin ünlü bir Hun komutana ait
olduğu düşünülüyor. Peki ya ondan önce ? O lahdin içinde gerçekten
Antenor mu uyuyordu sonsuz uykusunu ? Yoksa, Avgustos döneminde
yükselen, soyunu şanlı Troia'ya dayandırma modasının uzantısı mıydı
tüm bu olanlar ? M.Ö.I. y.y., Roma'nın şehir-devlet olmaktan çıkıp
sınırlarını genişletmeye başladığı, bir dünya devleti olma sinyallerini
verdiği bir dönem değil miydi ? Bu kentlerin kuruluş öykülerinin
birbirleriyle böylesine benzeşmesi sadece yüzyıllar boyunca dilden
dile geçen bir efsanenin yarattığı sonuçlar mıydı, yoksa gerçeğin
ta kendisi mi?
Antenor'un mezarı ile ilgili keşifler, Troia'da son dönem kazı çalışmalarında
ele geçen buluntular, Homeros ve ardıllarının anlattıklarının gerçekler
olduğunu onaylar gibi görünse de tüm soruların cevaplarının henüz
bulunamadığı da bir gerçektir.
Dünyanın pek çok yerinde bulunan mozaik ve keramiklerde Troia efsanesinin
işlenmesi, bunlarda tüm kişiliklerin zaman zaman isimleriyle yer
alması efsanenin gerçekliğini kanıtlar mı ? Yoksa bunlar, bir moda
gibi yayılıp birbirini taklit yoluyla çoğalmış yapıtlar silsilesi
midir ?
Yeniden Antenor'a ait olduğu bildirilen lahde dönersek; bu noktada
benzer bir örnekten bahsetmek gerekecek. 1994 Yılı Nisan ayı ortalarında,
Troia'ya pek de uzak olmayan bir noktada bulunan Polyksena Lahdi
bir çok açıdan dikkat çekicidir ve Antenor Lahdi ile benzer soru
işaretlerini içermektedir.
Troia gibi Biga yarımadasında yer alan ve Çanakkale merkeze 110
km. uzaklıkta, Biga çayının suladığı geniş ovadaki Kızöldün mevkii
asırlardan beri bu adla anılmaktadır. Buradaki Tümbetepe Tümülüsü'nde
yapılan kazı çalışmalarında, Troia kralı Priamos ile kraliçe Hekabe'nin
kızları Polyksena'nın kurban edilişini betimleyen tasvirlerle donatılmış
olan muhteşem bir lahit ortaya çıkartılmıştır. Troia savaşından
sonra, büyük ihtimalle M.Ö. 1100'lerde, Akhilleus'un oğlu Neoptelemos
tarafından Akhilleus'un mezarı başında kurban edilen Troia prensesinin
bu öyküsü lahdin dört bir yanına tüm detaylarıyla yansıtılmıştır.
Lahdin Polyksena'ya atfedilmesine rağmen yapı özelliği bakımından
M.Ö. 500'lere ait olduğunun düşünülmesi kafaları karıştırmaktadır.
Buna bir de mezarın içinde bulunan kemiklerin milattan sonraki yüzyıllarda
yaşamış bir erkeğe ait olduğunun tespit edilmesini eklersek soru
işaretleri daha da artacaktır.
Gerek Polyksena'nın, gerekse Antenor'un lahitlerinde ortaya çıkan
tabloda da olduğu gibi, dönemin dünyasının Homeros destanlarından
etkilenerek ortaya koydukları yapıtlarda, lahitler, mozaikler, keramikler
ve güncel kullanım eşyalarında, sıklıkla Troia efsanesi temasını
işlediklerini görmekteyiz. Bu tarz buluntular, Troia savaşı ile
aynı döneme tarihlendirilemediğinden, Homeros'un birer hayal ürünü
olduğu düşünülen efsanevi destanlarında yer alan konulardan etkilenmiş
halkların yarattığı eserler olarak düşünülebilirler. Oysa ki; son
dönem Troia buluntuları bizi Homeros gerçeğine adım adım yaklaştırmaktadır.
Troia'nın çok zengin ve ihtişamlı bir kent olduğu M.Ö. 1200'lerde
büyük bir savaşın yaşandığı ve yıllar süren kuşatma esnasında pek
çok Anadolu halkının bölgeye geldiği, Troialılarla ittifak yaparak
birlikte savaştığı araştırmalarla ortaya çıkmaya başlamıştır.
Yüzyıllar boyunca, pek çok büyük şehirde, saraylarda Homeros destanları
okunması geleneği hem bu destanları, hem de Troia'yı popüler kılmıştır.
Bu nedenle, sonraki dönemlerde de bunlardan etkilenerek yeni yapıtlar
üretmek, eski yüzyıllara ait tahrip olmuş lahitlerin kopyalarını
yapmak, ortaya çıkartılan eski lahitleri içine sonraki dönemlerin
önemli kişilerini yerleştirmek bir zamanların gelenekselleşmiş davranış
biçimi olabilir. Bu konularda kesin karara varabilmek için günümüzde
sürdürülen bilimsel çalışmaların sonuçlandırılmasını beklemek zorundayız.
Antenor'un Lahdi
İncelenmesine karar verilen lahitte,
ilk iş olarak zaman içinde oluşan kir tabakası temizlendi. Ardından,
analizler yapmak amacıyla, Prof. Paganelli başkanlığındaki uzman
heyet tarafından içindeki ahşap tabutun çeperinden 63mm. çapında
dairesel numuneler alındı. Tabutun tümü kızılçamdan yapılmıştı.
Tabut 1.73 mt. uzunlukta, 40cm. eninde ve 40cm. derinliğindeydi.
3'er cm. lik ahşap levhalardan hazırlanmıştı. Alplerin eteklerinden
kesilmiş olması muhtemel ve 9 mt. uzunluğundaki tek bir kızılçam
ağacından elde edilen keresteden yapılmıştı. Bu, Antenor efsanesindeki
bilgilere uyuyordu. 30-40 yaşlarında olduğu bildirilen ağaç M.S.
1200'lere tarihleniyordu. İçinde bulunan kemikler ise M.S. 268 (+/-
48 yıl) yılında ölmüş birine aitti. Lahdin içinde bulunan bu tabut,
M.S. 1284-86 yılları arasında San Lorenzo kilisesinde hazırlanan
kırmızı tuğladan, dört sütunlu katafalka yerleştirilirken yenilenmiş,
kemikler de bunun içine konmuş olmalıydı. Kemikler, ne Antenor'un
yaşadığı döneme, ne de sandukanın yapıldığı devirlere ait değildi.
Tabutta kullanılan selvi ağacından yapılma kirişler M.S. 408-544
arası bir döneme, yine selvi ağacından menteşeler M.S. 176 - 407
arasına tarihleniyordu. Büyük ihtimalle bu sanduka ilk bulunduğunda,
içindekileri merak edenler tarafından parçalanmış, sonra da kızılçam
ağacından yeniden yapılmış olmalıydı. Tabutun üzerinde, yaklaşık
6,5 cm.lik iki yuvarlak, kırmızı mum mühür görülüyordu. Tam olarak
okunamasa da, mühürlerin üzerinde Padova'nın M.S. 13. y.y.a ait
görüntülerini simgeleyen sur ve kule figürü seçilebiliyordu.
Antenor'un lahdi ve üzerinde bulunan anıt yapı 1985-87 yılları arasında
mimar-restoratör Romano Cavaletti tarafından restore edildi.
Tabutun içinden çıkartılan iskelet üzerine çalışmalar başlatıldığında
bazı kemiklerin eksik olduğu gözlemlendi. 50 Yaşlarında bir erkeğe
ait olduğu düşünülen bu iskelette, sağ ön kol, femur, sol diz kapağı,
kaval ve fibula kemiklerinin bulunmayışı, belki de bir savaş döneminde
parçalanan bir lahitten etrafa saçılan, ardından yeniden toplanan
kemiklerin bir başka tabuta nakledilmiş olması ihtimalini güçlendiriyordu.
Bu kişinin önemli biri olması yüksek bir olasılıktı. Kafatası yapısı
o dönemde o bölgede yaşayan insanlarla benzerlik göstermiyordu.
Yani bu iskelet bölge dışından birine ait olmalıydı. Beyaz ırka
mensup bir orta Avrupalı olmalıydı. Belki de, bir Hun generali olan
bu kişi öldürülmüştü. Alın kemiği üzerinde kesici bir alete ait
olan derin iz bunu gösteriyordu.
Bazı kaynaklara göre, Antenor'un Lahdi olarak adlandırılan bu yapı,
1274 yılında kilise inşası için temel kazıları sürdürülürken ortaya
çıkarılmıştı. San Lorenzo'ya taşınması ise 1283'te olmuştu. 1284'te
de, lahdin üzerine, dört sütun üzerinde yükselen, kırmızı tuğlalı
konik, külah çatıyla korunan yapının inşasına başlanmıştı. Anıt
mezar, yapının tamamlanmasının üzerinden tam yedi yüz yıl geçtikten
sonra tüm detaylarıyla inceleniyordu. 17 Eylül 1985 günü, sabah
saat 09.30'da İtalya'nın en ünlü uzmanlarından oluşan bilimsel heyet
Antenor'a atfedilen bu lahdin kapağını ilk kez açtığında Padova'da
ve İtalya'da olduğu kadar, bilim çevrelerinde de nefesler tutulmuştu.
22 Ekim'de resmen başlayan bilimsel incelemelerin sonuçları heyecanla
bekleniyordu.
Lahdin üst kapağının iç yüzünde meşale isi vardı. Bu, gömme işlemi
sırasında veya sonrasında mermer lahitte ( kapağı tam kapatılmaksızın)
bir süre meşale yakıldığını gösteriyordu. Mermer lahitten ve ahşap
tabuttan alınan beşer numunede yapılan polen ve mantar incelemeleri,
örneklerin Veneto bölgesindeki florayla, özellikle de Padova çevresindeki
çeşitlilikle bire bir uyduğunu gösterdi.
Üzerinde hiçbir kabartma figür ve süsleme bulunmayan 2.33 mt. uzunluğundaki,
1.10 mt. yüksekliğindeki bu lahit, sadeliğiyle Vicenza yakınlarında
bulunmuş olan 12 lahitle, mermer özelliği açısından da Verona mermeriyle
benzerlik taşır.
Yine iskelet üzerinde yapılan çalışmalara dönersek; kafatasını kaplayan
deride kılların, özellikle de bıyık tüylerinin hala fark ediliyor
olması dikkat çekiyordu. İskeletin üzerinin kısmen deriyle kaplı
olması mumyalandığının bir işaretiydi. 2 Kasım 1986'da radyo karbon
testleri için alınan parça Arizona Üniversitesi'ne gönderildi. Cevap
1988 Ocak'ında geldi. Lahdin içinde bulunan bu kişi 1720 (+/- 48
yıl) yıl önce yaşamış biriydi. Bu da onun Roma döneminde yaşamış
biri olduğunu ve kesinlikle Antenor olamayacağını net olarak ortaya
koyuyordu. Ama, Roma döneminde çok iyi bilinen bir yöntemle mumyalanmış
olan bu kişi yine de çok önemli biri olmalıydı.
*** *** ***
Padova da, Roma gibi Troialı kurucusuyla
gurur duyan bir şehirdir. Tarihçi Titus Livius ile ozan Vergilius'un
anlattıkları hep birbirini doğrular. Onlara göre, Veneto bölgesi
halkı Paflagonialı Enetlerle Troialıların soyundan gelir ve Padova'nın
kurucusu olarak Antenor bilinir. Tarih kitaplarında onların, yerleştikleri
bu bölgede yaşayan diğer insanlardan, giyinişleri ve yaşam tarzları
çok büyük farklılık göstermese de, kullandıkları dille farklı oldukları
vurgulanır. Bu, belki de Anadolu'nun Paflagonia'sından gelmiş olduklarının
bir göstergesidir. Kullandıkları dil, Hititlerin kullandığı Luwi
diliyle benzeşmektedir. Ancak, daha sonra Etrüsklerle kurdukları
ittifak nedeniyle Etrüsk diline yakın bir dil kullandıkları da bilinmektedir.
Homeros, Paflagonia'da Enetoi diye bir yerin varlığından bahseder.
Enetlerin anayurdu burası olmalıdır. Enetlerin, büyük ihtimalle,
deniz yoluyla Veneto bölgesine gelip yerleşmeleri ve Padova'yı kurmaları
hemen Troia savaşı sonrasına denk gelir. Bu tarih, bazı kaynaklarda
M.Ö. 1184 olarak verilir. Bu, büyük göçlerin yaşandığı bir çağdır.
Titus Livius'a göre, Enetlerin teknelere bindikleri yer Troia'dır
ve ulaştıkları nokta Veneto bölgesindeki bu yer olmuştur: Padova.
*** *** ***
1274'de, Antenor'un lahdi ilk kez bulunduğunda, üzerinde "
Kral Antenor'un Anısına" yazılı bir plaket olduğundan söz edilir.
Bir çok kaynakta da, lahdin bulunduğu yer ve bu plaket ile ilgili
bilgilerin tekrarlanması ve birbirini doğrulaması dikkat çekiyor.
Lahdin bulunduğu nokta şehrin tam merkezindedir. Şu anda da, Vilayet
binasının yer aldığı Antenor Meydanı'nda bulunan bu anıt mezarın
içindeki kalıntılar üzerinde yapılmış olan bilimsel araştırmalar,
kesinlikle Antenor konusunda beklenen bilgileri içermiyor da olsa,
Antenor'un bu şehir ve halkı için önemini ve değerini azaltmıyor.
Antenor'un sonsuz uykusunu burada uyuduğu, ona ait olan lahdin bir
savaş esnasında parçalandığı, kemiklerin dağılıp kaybolduğu, daha
sonra bu lahdin benzerinin yapılıp içine yine önemli birinin kemiklerinin
yerleştirildiği hep ihtimal dahilinde. Kesin olan; yüzyıllardan
beri bu lahdin hep Antenor'un adıyla anılmış olduğu.
Padova'nın tam kalbinde duran bu anıt mezarın sahibi de Padovalıların
kalbinde yaşamayı sürdürüyor. Antenor adı, hep Padova'nın simgesi
olarak kalacaktır. Padova halkı, her zaman şehirlerinin kurucusu
ve ataları olduklarına inandıkları Antenor'a, şehirlerin koruyucu
azizlerine gösterdikleri saygıyı göstermeyi sürdürecektir.