"Önceleri buraları alabildiğine ıssız
imiş.Yavaş yavaş sığlıklara kazık çakıp, üzerine bina yapmaya başlamışlar.Zamanla
insanlar çoğalıp, bir şehir meydana getirmişler.O devrin ileri gelenleri
"şehir oldu, şimdi öyle birşey bulalım ki, bu şehir kıyamete
kadar tanınıp yücelsin"demişler.Bu karar ile İskenderiye'ye
gitmişler.Orada Aziz Marko'nun kabri var imiş.Cesedini çalıp,müsümanlara
yakalanmamak için üzerine de domuz eti koymuşlar.Kale dışına kaçırıp,Venedik'e
getirmişler.Burada gömüp,üzerine bir kilise yapmışlar.İşte,şehir
bu vakte kadar Aziz Marko ile şereflenir.Marko'nun hazinesi,Marko'nun
hisarı, Marko'nun gemileri…Böyle biline vesselam!
PİRİ REİS (1470-1554)
Nuh Tufanı'nın ardından,sular yavaş yavaş
çekilmeye,karalar ortaya çıkmaya başlarken,Alpler'in eteklerinden
çagıldayan nehirler kendilerine yol bulmaya çalışarak aşağılara,Adriyatik'e
doğru akmaya koyuldular.Önlerine kattıkları çalı çırpı,ağaç gövdesi,balçık
kütleleri,ne varsa denize taşıdılar.Bunlar zamanla denizle kara
arasında bir set oluşturdu.Sonra da akıntıların etkisiyle belli
noktalarda toplanıp,kıyıdan fazla uzak olmayan adacıklara dönüştü.Alüvyonlarla
sürekli beslenen bu yığınlar artık Adriyatik'in zaman zaman hırçınlaşan
dalgalarına karşı koyabilecek güçlü bir yapıya kavuştular ve bu
muhteşem lagünü yarattılar.
Derinliği 60-70 santimetreyi geçmeyen, sularının
tuz oranı hayli yüksek olan lagün,yazın sıcağında kocaman bir tuzlaya
dönüşüyordu.M.Ö.1000'li yıllardan beri lagünü çevreleyen ana karada
yerleşmiş olan halk,yaz boyunca altı düz tekneleriyle burada hem
çeşit çeşit balık ve sukuşu avlıyor,hem de kışlık yiyeceklerini
saklamak için bol miktarda tuz topluyordu.
Pek çok zorlukları olsa da,düzen içinde sürdü yüzyıllarca lagün
çevresindeki yaşam…Kışları Alpler'in etekleriyle Adriyatik arasında
uzayıp giden yemyeşil vadilerde kara insanı gibi,yazları lagündeki
adacıklarda sukuşları gibi…
Ne var ki,M.S.5.y.y.'dan itibaren şiddetini artıran Hunlar, Gotlar
ve Lombartlar'ın baskıları,istilaları ve yağmaları küçük kentleriyle
köylerini yaşanmaz hale getirince çareyi kaçmakta buldular.Vardıkları
son nokta,tatlı su kaynağı,ekilecek bir karış bile verimli toprağı,tek
bir ağacı olmayan,balçık adacıklarıyla dolu lagündü.Artık, burada
varolmanın inceliklerini çok iyi bilen ve kendilerine VENETİİ denen
bölge halkı için inanılmaz yaratıcılıklarla sürecek olan yepyeni
bir yaşam başlamıştı.
Onlar,25 Mart 421 cuma günü, kulübelerini kondurmak için ilk kazığı
çaktıklarında,burada 1100 yıl hüküm sürecek güçlü bir devletin temellerini
attıklarından habersizdiler.Muhteşem bir akıl gücü ile korkunun
karışımına dayanan var oluşlarının izlerini hiç değişmeden bugüne
taşıyabileceklerinden de…
Önce,binbir zorlukla Alpler'den taşıdıkları kütükleri çaktılar çamurlu
zemine.Sonra bunları ağaç lifleriyle sıkıca bağladılar birbirlerine.Üzerlerini
de çamurla bir güzel sıvadılar.Sonra adacıklar arasındaki su geçişini
kolaylaştırmak için kanalları daha bir derinleştirdiler,sokaklarını
oluşturdular.Nihayetinde de,şimdinin "dünyanın en güzel yolu"
nitelemesine layık görülen ana caddeleri "Canale Grande=Büyük
Kanal" oluştu.Acqua Alta (su taşkını)'dan korunaklı Rivo Alto(Rialto=yüksek
sahil şeridi)'nun kenarları, bu geniş kanal derinleştirilken,dipten
çıkan balçıkla sıvanarak güçlendirildi.Ondan sonra da her iki kıyıya
birbirinden güzel yapıları peşpeşe kondurdular.
O çağda,her kentin bir koruyucu azizi olması adettendi.M.S.697'de
adaların idari,siyasi,ekonomik,kültürel ve dini birliğini sağlamak
üzere bir araya toplanıp,ilk düklerini seçtiklerinde,büyük miktardaki
tuz ticareti sayesinde gitgide gelişen bir merkez olmuşlardı.Bu
adalar topluluğu Venetii ülkesi anlamına gelen VENETİA adını aldı.Aziz
olarak ilk akla gelen isim de,M.S.730'da Bizans İmparatoru III.Leone
tarfından başlatılan ikona-kırıcılık döneminin bir uzantısı olarak
imparatorun ardılları tarafından muhtemelen M.S.825 yılında,değerli
elyazmaları ve ikonalarıyla ünlenmiş,Konstantinapolis Studios Manastırı'nın
Başrahipliği'nden alınarak,Bizans'ın uzak eyaleti Venedik'e bir
anlamda sürgüne yollanan THEODORO idi.Dükleri Orso İpato önderliğindeki
Venedikliler gibi,Theodoro da ikonaların parçalanması,duvar resimlerinin
kireçle badana edilmesi ve Bizans İmparatoru'nun tüm kilise mallarına
el koymasına şiddetle karşıydı.Öldüğünde Dükalık O'nu Venedik'in
koruyucu azizi ilan etti,heykelini dikti ve görev yaptığı kiliseyi
de O'nun adına kutsadı.
Derken bir gün, M.S.828'de,dört İncil yazarından biri olan,İsa'nın
en genç havarilerinden AZİZ MARKO(San Marco)'nun mezarının İskenderiye'de
bulunduğu haberi ulaştı kente.Malamocco'lu Buono ile Torcello'lu
Rustico adlı iki gemici tacir,İsa'nın öğretilerini yaymaya çalışırken
din uğruna şehit düşen,katledildikten sonra bile cesedi oradan oraya
atılan ve inananlarından birkaçı tarafından gömülmüş olan Aziz Marko'nun
kutsal emanetlerini müslümanların kontrolünden kaçırmak için domuz
etlerinin arasına gizleyerek gemilerine yükleyip,25 Nisan 828 günü
Venedik rıhtımına yanaştılar.O gün tüm adalarda bayram ilan edildi.Çünkü.Aziz
Marko Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Kutsal Topraklar'dan Anadolu'ya,
oradan Kıbrıs'a ve İtalya'ya kadar gelmiş,Venedikliler'in daha önce
yaşadığı ,karadaki topraklarda onlara bu yeni dini anlatarak halkı
bizzat vaftiz etmişti.
Burada yaşadığı günlerden birinde,bir başına dolaşırken,kendisine
bir melek görünmüş ve O'nun son istirahatgahının burası olacağını
söylemişti. Aziz Marko'nun kutsal emanetlerinin Venedik'e ulaşması
Venedik için büyük bir şans oldu.Aziz Marko, Aziz Theodoro'dan çok
daha önemli bir isimdi ve yavaş yavaş ikona-kırıcılar İmparatorluk'taki
güçlerini yitirmişlerdi.Bu nedenle de gitgide daha zenginleşip,gelişen
kentlerine yeni bir koruyucu azai seçmeleri çok yerindeydi.Zaten
kendilerine bir zamanlar bağlı oldukları Bizans'ı ve başkent Konstantinapolis'i
hatırlatan Aziz Theodoro'yu da artık anmaz olmuşlardı.
Aziz Marko 829'da Venedik'in koruyucu azizi ilan edildi ve Kutsal
Topraklar'dan Aquileia'ya yolculuğunda kendisine eşlik ettiği rivayet
edilen arslan da Venedik'in sembolü olarak dükalığın bayrağına yerleştirildi.Kutsal
emanetleri Aziz Theodoro'nunki yıkılıp, onun yerinde Aziz Marko
adına inşaa ettirilen kiliseye yerleştirildi.
Artık kentin herbir köşesine arslan heykelleri dikiliyor ve pençelerinin
arasına tutuşturulan kitabın üzerine de şu sözler kazılıyordu;
PAX TIBI MARCE EVANGELISTA MEUS.HIC REQUIESCET CORPUS TUUM.
(Barış seninle olsun, rahat uyu Aziz Marko.Senin bedenin burada
dinlenecek.)
Aziz Marko gerçekten de Venedik'e ve Venedikliler'e şans getirdi.Birkaç
yüzyıl önce düşmanlarından kaçarken sığındıkları bu ıssız bataklık,şimdi
zengin,güçlü,muhteşem bir dükalık merkezi olmuştu.Ahşap kulübelerin
yerini, uzaklardan,İstri'den, getirilen beyaz mermerlerle kaplanmış
birkaç katlı saray-evler almış,basit tekneler yerlerini şatafatlı
gondollara,saltanat kayıklarına bırakmıştı.Topladıkları tuzu nehirler
boyunca küçük tekneleriyle oradan oraya taşıyıp,buğday, şarap ve
hayvansal ürünlerle takas ede ede yaşamlarını sürdüren küçük tüccar-sandalcıların
yerini doğu limanlarından yükledikleri buğdey, ipekli, baharat,
değerli taşlar ve daha bir yığın ticari malı batıya taşıyan zengin
gemici-tüccarlar almıştı.Venedik'te üretilen renkli, mineli, işlemeli,
yaldızlı, incecik camların ve saç teli inceliğindeki eşşiz dantellerin
şöhreti denizleri aşmıştı.
Venedik,sihirli bir değnek değmişcesine yoktan var edildi.Ve yine
sihirli bir değnek değmişcesine,kanallar ve adacıklardan oluşmuş
çok farklı bir masal kenti edasıyla büyülü havasını bügün de aynen
koruyor.
EMEL ALTAN EGE 30 MART 2000