BARSELONA

SANATIN RENKLİ DÜNYASI

2005'in son çeyreğinde, İstanbul'un dört bir yanı, sanat çevrelerine birkaç yıl öncesinde hayal bile edilemeyecek bir etkinliği müjdeleyen devasa afişlerle donandı: “Picasso İstanbul'da”. Sakıp Sabancı'nın Emirgan'daki Atlı Köşkü'nü müzeye dönüştürürken, “buraya Picasso'lar gelecek” deyişi başlarda hoş bir rüya gibi algılanmış, kimsenin aklına bunun çok yakın bir gelecekte gerçeğe dönüşebileceği gelmemişti. Oysa, müze müdürü Nazan Ölçer ve ekibinin olağanüstü çabalarıyla, böylesi muhteşem bir etkinlik için çok kısa sayılabilecek bir çalışma döneminin ardından rüyalar gerçekleşti ve dünya çapında farklı koleksiyonlardan derlenen “Picasso”lar Atlı Köşk'e taşındı. Şimdilerde, “Picasso severler” bir yandan akın akın bu müzeyi ziyarete giderken, sanat aşığı gezginler de “Picasso'nun Barselona'sı”na akıyorlar.

 

1968'de kentte kendi adına kurulan müzeye 58 eserini bağışlamanın dışında, Barselona'da sadece 1895-97 ve 1901-1904 arası iki dönem yaşayıp sonraları Paris'e göçtüğü için buraya “Picasso'nun Barselona'sı” demek ne kadar doğru olur bilinmez. Ama belki, “ Gaudi'nin kenti” demek daha yerinde bir tanımlamadır. 2002'de, 150. doğum günü şenliklerle kutlanan Antoni Gaudi, öncelikle, Barselona denince herkesin ilk aklına gelen, kentin siluetine damgasını vuran, kimilerince muhteşem bir sanat yapıtı, George Orwell gibi bazı kişiler tarafından da “çirkinlik abidesi” olarak nitelenen La Sagrada Familia (Kutsal Aile) Katedrali'nin yaratıcısıdır. Barselona'ya felsefe ve mimarlık eğitimi için gelmiş olan Gaudi, Parc Güell, Battlo ve Mila evleri gibi şaşırtıcı mimarı detaylara sahip eserlerin yanı sıra 1883'te de bu büyük dini yapının inşasını üstlenmiş önemli bir mimardır. 7 Haziran 1926 günü, 74 yaşındayken, bir tramvayın çarpmasıyla hayata veda edince, katedralin yapımı yarım kalmıştır. Tam olarak hiçbir geleneksel üsluba dayandırılamayan son derece özgün yapıtlarla Barcelona'ya damgasını vuran Gaudi de, Picasso, Joan Miro, Antoni Tapies ve diğer Barselonalı sanatçılar gibi kentin çok kültürlüğünün simgesidir adeta.

 

Yaklaşık dört bin yıllık bir geçmişe sahip olan Barcelona, önceleri Fenikeli ve Yunan gemici-tacirlerin Akdeniz'deki uzak ticaret limanlarından biriyken, M.Ö. III.y.y.da bir liman kenti olarak kurulmuştur. “Barcino” olan ilk adını ünlü Kartacalı komutan Hannibal'in babasından, Hamilcar Barca'dan alır. M.Ö. II.y.y.da Roma'nın egemenlik alanını buralara kadar genişletmesiyle Roma kolonisi olan kent, daha sonra Katalanlar'ın Sicilya, Korsika, Sardinya gibi önemli adaları ele geçirip Akdeniz'in batısında önemli bir güç kazanmalarının ardından Katalonya'nın merkezi olmuştur. İşlek bir liman kenti olması Barcelona'yı, her dönem denizcilerin, gemicilerin, tacirlerin, maceracıların ve nihayetinde sanatçıların uğrak yeri yapmış, bu da tüm Akdeniz kültürlerinin Barcelona'da harmanlanmasına yol açmıştır. Barcelona'yı farklı kılan, olağanüstü yaratıcılıklarla zenginleşen bu kültürler arası buluşmadır.

 

Her köşe başında, farklı ve çarpıcı bir tasarımın karşınıza çıkıvermesi bir süre sonra sürpriz olmaktan çıkıyor gibi. Burayı diğer Avrupa kentlerinden, sanatın diğer önemli sayılan merkezlerinden ayıran garip bir “sıcaklık” var. Akdeniz'in sıcacık renkleri, Akdenizli kimliğini vurgulayan sanatsal yansımalar, bir yandan sayıları kırkı bulan müzelerde zengin sanat koleksiyonlarından oluşan daimi ve dönemsel sergilerle kendini gösteriyor, öte yandan da caddelere ve sokaklara taşıyor. Avrupa'nın o pek bildik “sokak sanatçıları”, Barselona'da da, özellikle İngiliz yazar Somerset Maugham'ın tanımlamasıyla “dünyanın en güzel yolu” Las Ramblas Caddesi'nde ilginç gösterileriyle rengarenk çiçeklerin arasında hünerlerini sergiliyor. Las Ramblas için Lorca da, “ dünyada sonu olmasını istemediğim tek yol” ifadesini kullanmış. Plaza de Cataluna ve Plaza de la Puerta gibi her daim hareketli olan bu caddenin adının Arapça'da “sel” demek olan “ramla” dan türetildiğini öğrenen turistler, buradaki “insan seli”ne kapılıp renklerin arasından akıveriyor sonsuz bir keyif ve mutluluk içinde.

 

Barcelona, sadece sanatla anılan bir kent değil elbet. 1992 Yılının Ekim ayında tüm İspanya Kristof Kolomb'un “yeni dünya”yı keşfinin 500. yılı coşkulu şenliklerle kutlanmaya hazırlanırken Barselona'nın olimpiyatlara ev sahipliği yapması tüm dünyadan turist akınına uğramasına yol açmış. Bin üç yüzden fazla spor merkezinin bulunduğu Barcelona'da futbol denince ilk akla gelen, 100.000 kişilik Neucamp Stadyumu ile Barselona Futbol Kulübü oluyor. Barselonalılar sadece sanat ve sporla ilgilenmiyorlar, burada son derece hareketli bir gece hayatı da var. Olağanüstü zenginliğe sahip Katalan mutfağının en güzel örnekleri Barselona'nın dört bir yanında irili ufaklı yüzlerce mekanda lezzet tutkunlarının beğenisine sunuluyor. Özellikle limana yakın sokaklarda deniz ürünlerinin ağırlıkta olduğu farklı çeşitler bulmak mümkün. Son derece düzenli bir metro ağı ile sarmalanmış bu güzel bir kentte birkaç dakika içinde sanatın ve tarihin içinden geçip, limanda Akdeniz'in mis gibi kokusuyla karşılaşmak, ya da günlük hayatın ritmine uyup modern mağazaların renkli vitrinlerine yansıyan güzellikleri izlemek mümkün. Yeter ki elinizde bir harita bulunsun...

 

Emel ALTAN EGE

31 Ocak 2005