BİLMECEDEKİ GİBİ ...


Sanırım Ekim başıydı. İstanbul'da yaşayan İtalyan arkadaşım, hatta hocalarımdan biri olan sevgili Mafalda akşam saati telefonla aradı. Oldukça heyecanlıydı ve benden yardım istiyordu. Konu Çanakkale olunca ilk aklına gelen de ben olmuşum doğal olarak. Bir İtalyan profesör, hem de yaşını başını almış biri, 17 Kasım günü Çanakkale Boğazı'nı geçecekmiş. Üstelik boğazı gidiş- dönüş olarak yüzmekmiş amacı. Tek gidiş bana yetmez, diyormuş. Daha önce de dünyanın bir çok boğaz ve su geçişini yüzerek aşmasının hep özel bir anlamı ve amacı olmuş. Çeşitli yardım kuruluşlarının çabalarına, özellikle de çocuklarla ilgili olanlara destek vermek, kamuoyunun ve basının ilgisini bu noktaya çekerek yardımları artırmak için hep iddialı denebilecek geçişler yapmış. Sponsoru da varmış. Resmi yazışmalar sürdürülüyormuş.

Mafalda'nın anlattıkları beni hayli heyecanlandırmıştı. Düşünsenize, orta yaş üstü bir İtalyan 17 Kasım gibi geç bir tarihte, boğazı çift yönlü yüzerek geçecek (sanırım bu ilk kez olacak, daha önce hiç duymamıştım ), bunu bir yardım kuruluşuna dikkat çekmek için yapacak, yerli yabancı, yerel ulusal basın orada olacak ... İnanılır gibi değil, dedim kendi kendime. İşte Çanakkale için müthiş bir fırsat!

Telefonu kapatır kapatmaz ilk işim gazetemin yetkililerine haber vermek ve tabii ki yardım istemek oldu. Biz ne yapabiliriz, kimlerden yardım ve destek alabiliriz, bu konuyu en fazla ses getirir hale getirmek için yapmamız gerekenler ne olabilir gibi onlarca soruyla yaptığım başvuruya e-mail yoluyla cevap almam yirmi dört saati geçmedi. Boğaz'ın trafiğe kapatılması, geçiş için yasal izinler alınmasının ötesinde konuyla ilgili kişi ve kuruluşlarla eskort tekne hizmeti verecek firmaya nasıl ulaşılabileceğini öğrenmiştim. Ulaşım ve konaklama zaten sorun olmadan halledilebilecek kolaylıktaydı. Gazete için röportajlar yapılabilir, televizyonda bir program hazırlanabilir, bu haber Çanakkale için çok iyi değerlendirilebilir, diye keyiften ve heyecandan uçmaya başlamıştım. Bütün iş Eylül başında Büyükelçilik kanalıyla Bakanlığa yapılan resmi başvurunun cevabına bağlıydı. Gerekli izinler alındıktan hemen sonra çalışmalara başlayabilecektik. Arkadaşım İstanbul'daki işlerinin yoğunluğundan dolayı, hem de Çanakkale bağlantım nedeniyle bu konuyu benim takip etmemi istiyordu. Oldum olası gönüllü işlerin insanı olduğumdan bu işin bir getirisi olup olmayacağını bile sorgulamadım. Günlerce, kafamda bu konuyla, gelecek resmi yazıyı beklemeye başladık. Daha daha neler yapabiliriz, diye düşünüyordum sürekli olarak. Ama resmen bir belge almadan hiçbir girişimde de bulunamıyordum. Sadece fikirler üretmekti yaptığım. Bir de telefon trafiği tabii...

Günler geçti geçti, haber bir türlü gelmek bilmiyordu. Ekim ayı böylece bitti. Anlaşılan Bakanlık seçim derdinden bu önemsiz (!) konuyu sümen altı beklemeye almıştı. Seçimler sonuçlandı. Herkes hiç ummadığı biçimde koltuğundan oldu. Sonuçlarla ilgili ilk kutlamalar İtalya'dan geldiğinden mi nedir, Büyükelçiliğin Eylül ayında yapmış olduğu resmi başvurunun cevabı nihayet 13 Kasım'da gelebildi. Kallavi nezaket cümlelerinin ardından falanca kişinin, 17 Kasım tarihinde Çanakkale Boğazı'nı gidiş-dönüş geçmesine izin verildiği, konunun Çanakkale Valiliği ile diğer ilgili resmi kurumlara bildirildiği belirtiliyordu. Mafalda telaşla beni aradığında "şimdi ne yapacağız"diye sordu. İstanbul'daki İtalyan Başkonsolosluğu, gelen kişinin resmi bir görevi olmadığından resmi karşılama ve araç temini konusunda olumsuz yaklaşıyordu. Havaalanından karşılama, Çanakkale'ye ulaştırma, oradaki işlerin takibi için arkadaşım benden ricada bulundu. İyi ama Mafalda, dedim, bu iş çocuk oyuncağı değil. Sadece üç günümüz var. Haydi profesörü karşıladım, bir araç bulup Çanakkale'ye götürdüm, diyelim. Bakanlığın izin vermiş olduğunu bildirmesi bu işin o gün kesin olarak yapılacağını göstermez. Gidip tüm resmi makamlarla tek tek görüşmek gerek, meteorolojiden tahminleri almak gerek, yüzücüye yüzeceği mesafeyi tekneyle birkaç kez geçirtmek, ortamı tanıtmak gerek, Boğaz bu, üstelik oldukça da tehlikeli. Göl değil ki, şöyle bir bakıp yüzebileceğine karar versin. Anı anına uymaz, boğazın dalgaları hırçındır. Yerel yetkililerle net olarak görüşmeden bu işe kalkışmak doğru olmaz, buna da zaman yok, dedim. Mafalda sinirle " al işte tam İtalyan işi!" dedi. "Demek ki bu işin yolu bu değilmiş. O halde neden bizi bu kadar meşgul ettiler?", diye sürdürdü öfkeli söylenmesini. Güldüm. Bana kalırsa da tam Türk işi, dedim. Eylül'de yazılan resmi yazıya 17 Kasım'da yapılacak geçişe sadece dört gün kala, 13 Kasım'da cevap vermek ve "hay hay buyurun yapın"demek nasıl açıklanır ki? Mafalda ile birlikte gülmeye başladık. Biz bize benzeriz Mafalda, dedim.
Ne Çin işi, ne Japon işi. Bu Mafalda'ya göre İtalyan işi, bana göreyse malum... Hakikaten biz bize benzeriz. Onun için değil mi yeni yapılanmaya ilk alkışın İtalya'dan gelmesi?

Not: Mafalda ile ben bu işi takibe kararlıyız. 2003 Yazı için şimdiden harekete geçip mutlaka gerçekleşmesine çalışacağız. Bize yardım edebilecek kişi ve kuruluşların desteğini bekliyoruz.


EMEL (ALTAN) EGE 20 Kasım 2002