*(İstanbul yazısının altında Venedik yazısının sudaki yansıması
görünür, Venedik’te de İstanbul’unki)
*(Bu metin, Venedik ve İstanbul’un benzerliklerini vurgulamayı amaçlayan
bir film için yapılmış ön çalışmadır. Buradaki mekanlarla ilgili
olarak geniş bir tarih araştırması mevcut olup, çok ilginç ve fazlaca
bilinmeyen olaylar detaylı olarak eklenecektir.)
***
Sabahın çok erken saatlerinde Venedik Santa Lucia tren istasyonunun
merdivenlerinde kırklı yaşlarda bir kadın sırt çantasıyla basamakları
ağır ağır inerken, yıllar önce tesadüfen tanıştığı ve sadece bir
gün beraber olduktan sonra ayrı düştüğü Marco’yu düşünmektedir.
Beraberliklerinin Venedik’te mi yoksa İstanbul’da mı olduğu net
değildir. Öylesine benzer mekanlar vardır ki fonda... görüntüler
bir sis perdesi ardında gidip gelir kafasında.
Dalgaların vurduğu bir rıhtımda, kıyıdaki masalardan birinde oturmuşlardır.
Burası köprü (Galata) altındaki kahvelerden biri de olabilir, Rialto’nun
dibindeki kafelerden biri de... Sandallar ve gondollar yakınlarından
gelip geçen teknelerin dalgalarıyla yalpalanıp durmaktadırlar.
***
Yine aynı gün, aynı saatlerde aynı yaşlarda bir adam Haydarpaşa
Garı’nın merdivenlerinde görünür sırt çantasıyla. Eminönü- Karaköy
vapurlarının düdükleri martıların çığlılarına karışır. Marco, bir
süre martıların kanat çırpışlarına dalar gider. Venedik Lagünü’nde
vaporettolarla gondolların, ambulansların, taksilerin, manav ve
çöp teknelerinin rengarenk hareketliliği gelir aklına. Bir de, o
karnaval günü gülen gözleriyle kendisine bakan Yasemin’in yüzü.
Ona Yasmin demek daha kolay gelmiştir diline. Yasemin’in buna hiç
itirazı olmaz. Üzerinde geniş pelerinli karnaval kostümü, ellerinde
İstanbul’dan aldığı dantel eldivenleri vardır. Rialto Köprüsü’nün
korkuluklarına dayadığı eldivenli elleriyle Marco’nun objektifine
poz vermiştir onlarca kere. Yasmin’in çocuksu kahkahaları Marco’nun
kulaklarında çınlar.
***
Yasemin, yıllar önce yaptığı gibi yine 51 numaraya binip San Marco’ya
gitmeyi planlamıştır. Bu su şehrine ilk geldiği gün aldığı vaporetto
broşürünü yıllardır özenle saklamıştır, hep bir gün yeniden gelirim,
Marco’yu bulurum umuduyla. Bir de Marco’nun o gün adresini yazıp
verdiği, üzerinde Venedik görüntüsü olan küçük not kağıdını... Labirent
misali daracık sokaklardan birindedir Marco’nun evi. Yasemin gelmezden
önce haritadan defalarca aramış ama bir türlü tam kestirememiştir
bu yeri. Yine de, ilk önce San Marco’ya gitmek en iyisi, diye düşünür.
Vaporetto’nun en arkasına yerleşir. Henüz ortalıkta turist kalabalıkları
yoktur. Zaten onların tercihi Büyük Kanal’dan giden 1 numaradır.
51’i daha çok acelesi olan Venedik insanı kullanır. Buradan görülecek
fazla bir şey yoktur. Ama, bu yol ona İstanbul’u hatırlatır. Sarayburnu’na
yaklaşırken elini uzatsa dokunuverecekmiş gibi duran gemilerin görüntüsü
ne kadar da benzer Venedik limanındaki dev yolcu gemileriyle. Az
ötede yük indiren şilebin vinçleri ona Haydarpaşa’dakileri hatırlatır.
Her şey ne kadar da aynıdır.
Eli sigara paketine uzanır. Eminönü vapuruna bindiğinde, hep o en
arkadaki yere ilişip vapuru takip eden martılara bakarken en büyük
keyfidir sigarasının dumanın üflemek. Kendini İstanbul’da sanıp
henüz yaktığı sigarasından ilk nefesi çektiğinde birden Venedik’te
olduğunu hatırlar. Oysa, her şey ne kadar da aynıdır. Ama, bu vaporettolarda
sigara içilmez ki....
Vietato Fumare!
***
Marco ilk gelen vapura atlar. Bu şehre, Yasmin’i tanımazdan önce
gelmiştir bir kez. Elinde Yasmin’in yıllar önce verdiği, üzerinde
İstanbul siluetinin yer aldığı küçük not kağıdını tutmaktadır sıkıca.
Yasmin’i aynı adreste bulabilecek midir acaba? Yasmin onu hatırlayabilecek
midir? Ansızın onu karşısında görünce sevinir mi ki?
Vapurun alt katında en arkaya geçer. Arkalarında bıraktıkları beyaz
köpüklerle dalgaları seyre dalar. Ne kadar da benziyor benim şehrime,
diye düşünür. Yıllardır yazmadığı, arayıp sormadığı için kırgın
ve kızgın mıdır Yasmin ona acaba? O bir gecelik aşkı yıllardır unutamadığını,
evliliğini bu yüzden bitirdiğini anlatabilecek midir? Sahile atlayıp,
rıhtımda yürürken dalgaların hoş armonisiyle bir sağa bir sola yalpalayan
rengarenk balık-ekmek teknelerine takılır gözü. Yoksa, o gün el
ele yürüdükleri yer Rialto’daki rıhtım değil de burası mıydı? Palolara
bağlanmış siyah gondollar mıydı suyun hareketiyle dans eden, yoksa
şu tekneler miydi dalgalarla oynaşan?
***
Yasemin, Piazzetta’dan Bazilika’ya doğru ilerlerken yüzlerce güvercin
sarar çevresini. Salvalaggio’nun dizeleri gelir aklına birden: Venedik,
dünyada atların havada asılı durduğu, aslanların kanatlı olduğu,
güvercinlerinse yerde yürüdüğü tek yerdir. Oysa, güvercinler Yeni
Cami’de de hep böyle karşılar onu her gittiğinde. Yem satıcıları
güvercinlerin beleşçiliğini önlemeye boşuna çabalar durur. Ben gerçekten
Venedik’te miyim, diye mırıldanır kendi kendine.
Piazzetta dei Leoncini’den geçip Arsenal’e doğru ilerleyen dar sokaklardan
birine dalar.
***
Marco, rıhtım boyunca yürüyerek köprüye çıkar. Korkuluklara dayanıp
Haliç’i seyre dalar. Yasmin’in dantel eldivenleri ile çektiği kareler
düşer aklına. İşte aynı görüntü... Dantel eldivenli eller köprünün
korkuluklarına dayanmış, suyun üzerinde kayar gibi ilerleyen beyaz
bir vaporetto.... yoksa vapur mu? Rialto’da mıyım, diye düşünür
bir an. O fotoğrafı burada mı çekmiştim yoksa? Şimdi Yasmin arkamdan
gelip yine o şen kahkahalarıyla belime dolayıverecek mi kollarını?
Elimden tutup çekiştirerek, “haydi gel, daha çok yer var gezecek”
mi diyecek, o gün yaptığı gibi...
Bir günün içine ne kadar da çok şey sığdırmıştık!
***
Yasemin hala Marco’nun kendisini hatırlayacağından emin değildir.
Bunca yıl, neden hiç yazmadığını soracak mıdır acaba? Onu hiç unutamadığına
inandırmak kolay olacak mıdır? Seninle yaşadığım o bir gün tüm hayatımı
tümden alt üst etti ama yıllarımı verdiğim ilişkimi bitirmek de
hiç kolay olmadı, yine de buradayım, sana geldim işte, diyebilecek
miydi?
Bu cümleler kafasında akıp giderken, daracık sokaklardan birinden
çıkıp diğerine giriyor, küçük köprülerin basamaklarını uçarcasına
tırmanıyordu. Ama, bu labirentte kaybolmak üzere olduğunu sezinliyordu.
Kentin bu kısmında oldukça köhne binalar vardı. Acqua Alta’dan her
yıl iki kez nasibini alan bu semtin evleri Büyük Kanal kıyısındakilerden
ne de farklıydı... Rutubet duvarlarda cüzam misali izler bırakmıştı.
Küf kokusu içine işliyordu sanki. Evlerin arasına ipler gerilmiş,
çamaşırlar sarkıtılmıştı. Pencere kenarındaki çiviye asılı duran
kafesteki kanaryanın ötüşü ona yol gösteriyor gibiydi. Ne kadar
da tanıdık bir görüntü, diye geçirdi içinden. Her gün evinin kapısından
çıktığında, iki ev arasına gerilen iplere asılı çamaşırlara değmemek
için dans edercesine sağa sola kıvrılışlarını hatırladı birden.
Pencere içindeki saksılarda yetiştirdikleri sardunyaların renkli
görüntüleri geldi gözünün önüne. Yo hayır, bu hayalindeki bir görüntü
değildi. Kırmızı, pembe, yavruağzı... rengarenk sardunyalar gerçekti
ve o gerçekten Venedik’teydi.
***
Marco, yarısına kadar yürüdüğü köprüden geri döndü. Mısır Çarşısı’na
doğru yöneldi. Her adımında güvercinler kaçışıyor, uçmaya çalışıyordu.
San Marco’yu hatırladı birden. Yem satıcısından aldığı küçük kabı
Yasmin’e verişi, onun yemleri güvercinlere atarken çocuksu sevinci,
şen kahkahaları, çığlıkları.... Gözünün önüne yine Yasmin’in o gülen
gözleri gelivermişti. Onu asla unutamamıştı. Şimdi böyle ansızın
karşısına çıkıverince neler olabileceğini düşündü... Hiçbir şeyi
kestiremiyordu. Dahası, onu bulabileceğinden bile emin değildi.
Elinde, yıllar önce verilmiş bir adresten başka ne vardı ki... Yasmin
başka bir yere taşındıysa onu bulmak imkansız olacaktı.
Bir zamanlar Venedik tacirlerinin de mallarını pazarladığı dükkanların
önünden hızlı adımlarla geçti, Unkapanı’nı geride bıraktı. İçindeki
umudun sıcaklığını kaybetmemeye çalışarak Haliç kıyısından ara sokaklara
yöneldi. Sur gediklerinden birinden geçtiğinde bambaşka bir dünyaya
gitmiş gibi oldu. Eski evlerden ona hiç de yabancı olmayan rutubet
kokuları geliyordu. Bir de, evler arasında gerilmiş iplere asılı
çamaşırlar. Ne kadar da benim o daracık sokağıma benziyor, dedi
fısıltıyla. Heyecanı gitgide artıyordu. Elindeki kağıtta “no:17”
yazılıydı. Küçük bakkal dükkanının tabelasında “49” yazdığını görmüştü.
Demek ki, biraz daha ilerde, diye düşündü, adımlarını sıklaştırdı.
***
Yasemin artık sırtındaki çantanın ağırlığını iyiden iyiye hisseder
olmuştu, ayakları da ağrıyordu. Marco’nun verdiği not kağıdına bir
kez daha göz attı: “3401”. Duvarları rutubetten rengini kaybetmiş,
iki katlı küçük evin kapısına geldiğinde kalp atışlarını duyabiliyordu.
Bir kez daha baktı elindeki kağıda. Evet, “3401” burasıydı. Heyecanına
hakim olmaya çalışarak kapıyı hafifçe çaldı. İçerden gelecek sesleri
bekliyordu. Oysa hiç hareket yoktu. Bunca yolu geldikten sonra Marco’yu
bulamama endişesiyle bu kez sert bir şekilde bastı zile. İçerden
yorgun, yaşlı bir ses duyuldu: “momento, momento, arrivo subito!”.
Bastonun tık tıkları yerde sürüklenen terliklerin sesiyle birlikte
ağır ağır yaklaştı kapıya.
Bembeyaz kıvır kıvır saçlı, rengi solmuş siyah elbisesinin önüne
bağladığı sakız gibi tertemiz Burano danteli önlüğüyle tipik Venedikli
görünümündeki yaşlı kadın açtı kapıyı usulca. “Chi é, cosa vuole?”
diye sordu bezgin bir halde. Yasemin toparlanmaya çalışarak, “ben
Yasemin, Marco’yu görmek istiyorum” diyebildi fısıldayarak.
Kadın, sesinin tonunu sertleştirerek, “Marco é andato ad İstanbul”
dedi. “Marco İstanbul’a gitti! Onu göremezsin....
En son hatırladığı; kapının sertçe kapandığı oldu.
***
Marco bunca yıl sonra ne ile karşılaşacağını bilememenin tedirginliği
içinde zile hafifçe dokundu. Kapıyı açan kadın, beyazlamış saçlarını
bir yemeni ile hafifçe örtmüştü. Önünde allı güllü bir önlük vardı.
İçerden televizyonun sesi ile kızartma kokuları geliyordu. Bir de
o genzini yakan tanıdık rutubet kokusu...
“Buyrun, ne istiyorsunuz?” diye sordu. Marco, kekeleyerek “Yasmin...”
diyebildi. Kadın birden, kızının hayatını alt üst eden İtalyan’ın
o olduğunu anlamıştı.Yasemin burada değil. Venedik’e gitti, dedi
ve sert bir şekilde kapıyı itti. Kapının arkasından “defol git,
bir daha da asla onu arama, zaten mahvettin kızımın hayatını, sakın
bir daha gelme buralara, diye bağırdığı duyuluyordu.
***
Marco’nun uçağı Marco Polo Havaalanına inmek üzereyken, Yasemin
İstanbul uçağında elinde Marco’dan kalan tek hatırasına, üzerinde
Venedik görüntüsünün bulunduğu küçük not kağıdına dalıp gitmişti.
Gözyaşlarından ıslanan kağıtta yazılar da birbirine karışmış, okunmaz
olmuştu.
***
O gün, o büyülü aşkın yaşandığı günün beşinci yıldönümüydü. İstanbul’da
da Venedik’te de hafif hafif yağmur çiseliyordu.
Emel ALTAN EGE
16 Ağustos 2004
İstanbul