|
|
|
|
Hepsi
beyazlar giymiş, saçları iyice kazınmış 8-10 kişilik bir gurup insan
tek sıra halinde ormanın derinliklerine doğru aceleci olmayan düzenli
adımlarla ilerliyordu. Adımları, kimselerin duymadığı mistik bir ezginin
gizemli ritmine uyar gibiydi.
Derinlere doğru sıklaşan orman dokusunda, onların da sayıları içlere
doğru farklı yönlerden gelen guruplarla gitgide artıyordu.
Bu yeşil denizinde bembeyaz giysileri içinde sergiledikleri ilahi
sadelikle, çıplak omuzlarına astıkları çıkınları, çaydanlıkları ilginç
bir tezat oluşturuyordu. Dizilişleri hiyerarşik bir yapının varlığına
işaretti sanki. Yaşlı bilge önde, elinde asası ile yol gösteriyordu.
Dev beyaz kapok ağaçlarının tek vücut olurcasına sarmalayıp içine
çektiği, sarmaşık, liken ve yosunlarla kaplanmış kum taşı tapınak
yıkıntısının önünde durdular. Yüzlerce yıldır kendilerini dinlerine
adamış ataları gibi diz çöküp kutsal ayinlerine başladılar.
Derin bir sessizlik var, çıt çıkmıyor…
"Efsaneye göre Kamboçya, bir yabancı ile bölgede yaşayan bir
prensesin beraberliğinden ortaya çıkmış. Yabancı Kaudinya adlı bir
Brahman Hintli, prenses de denizlerin hakimi ulu ejder Naga'nın kızı
imiş. Birgün, Kaudinya teknesiyle dolaşırken prenses denizden onu
selamlamış. Kaudinya, ilk bakışta aşık olduğu prensesi kendisiyle
evlenmeye razı etmek için sihirli okunu fırlatmış. Prensesin babası
çeyiz olarak, egemenliği
altındaki bölgenin tüm sularını içine çekip, ortaya çıkan toprakları
yönetmesi için Kaudinya'ya vermiş. İşte böylece, bölgede Hindistan'ın
dini, geleneksel ve kültürel yapısını hakim kılan bu yeni krallığın
adı Kambuja olmuş. Küçük sitelerden oluşan bu devlet Shiva, Vishnu
ve Budizm'le kucaklaşmış ve buradaki muhteşem tapınaklar 802'den 1432'ye
kadar tam 630 yıl hüküm süren, güneydoğu Asya'nın en güçlüsü olan
Khmer Krallığı yönetiminde, Angkor döneminde yapılmış.
II. Jayavarman (802-850) kendisini, Shiva'nın tanrısal güçlerine yakın
güçleri olduğu iddasıyla, 'Tanrı-Kral' ilan etmiş. Shiva'nın, kainatın
merkezi kabul edilen mitolojik Meru dağında oturduğuna inanıldığı
için de, kral bunu sembolize eden dağ şeklinde bir tapınak inşa ettirmiş.
I. Indravarman (877-899) döneminde günümüze kalan en eski örnekler
olan Preah Ko, Bakong ve Lolei tapınakları yapılmış. İnanışa göre
göllerle çevrelenmiş olan Meru dağına atfen de tapınakların çevresi
su kanalları ile donatılmış.
I.Suryavarman (1002-1049) Budist kökenli olduğundan onun döneminde
tapınaklarda Budist heykelllerin varlığı olağan hale gelmiş.
Tüm Angkor tapınaklarında bulunan devasa Vishnu heykeleri ise, ona
bağlı olan II.Suryavarman (1112-1152) döneminde yapılmış. Artık Khmer
uygarlığı doruk noktasına erişmiş, neredeyse yarımadanın tüm topraklarında
Khmer krallığı egemen olmuş.
Bu arada Preah Ko, Bakheng, Koh Ker, Pre Rup, Banteay Srei, Kleang,
Baphuon, Angkor Wat ve Bayon olmak üzere dokuz farklı dönemin özelliklerini
taşıyan Angkor anıtlarının mimarisi 'Dağ-Tapınak' ana teması üzerine
şekillenmiş. Diğer tapınaklar gibi Angkor Wat'ta da yapılar, gök bilimdeki
gelişmişliklerini ortaya koyarcasına Kuzey-Güney, Doğu-Batı ekseni
üzerinde milim sapma olmaksızın yerleştirilmiş, su dolu hendeklerle
çevrili dörtgen planlı bir alana oturtulmuş. Dört yöne de açılan birer
kapı yapılmış olmakla birlikte, girişler için hep doğu kapısı kullanılmış.
Uzaktan bakıldığında dev ananasları andıran ve simetrisi ile hayranlık
uyandıran tapınakta köşeli yapılar birbiri içine yerleşmiş. Tapınaklara
giden ana yolun iki yanı Naga heykelleri ile donatılmış.
Ağustos 1296'da, komşu Tayland'ın ilk saldırıları başlamış bu zengin,
güçlü ve ihtişamlı krallığın topraklarına. Düşmanlarla baş etmek zorlaşınca
1432'de güneye doğru kaçıp bu paha biçilmez tarih hazinesini ormana
terketmişler. Ağaçlar dalları ile sımsıkı sarmalamış taş blokları,
yemyeşil yaprakları ile bir örtü gibi örtmüşler. Yüz yıllar içinde
taşlar ve orman biribirlerine öylesine kenetlenmişler ki kimi zaman
taşlar destek vermiş kendi ağırlığından ayakta duramayan dallara,
kimim zaman dalllar kuşatmış birbirinden ayrılmak üzere olan taşları
kollarcasına. Ağaçların güçlü kökleri taşların üzerinde yılan gibi
kıvrıla kıvrıla ilerlemiş. İlahi bir beraberlikmiş onlarınki. Dış
dünyanın ilgisinden uzak, unutulup gitmişler yüzlerce yıl…
Avrupa ilk kez 1863 temmuzunda Fransız doğa bilimci Henri Mouhot'nun
ölümünden sonra yayınlanan anılarından duymuş bu gizemli bölgenin
adını. Sonra John Thomson 1866'da Angkor tapınaklarının ilk fotoğraflarını
çekmiş ve on yılını burayı görüntülemekle geçirmiş. O güne kadar sadece
bir kaç maceracının bildiği muhteşem yapılar böylelikle uzmanların
ilgi odağı oluvermiş. Mayıs 1889'da Fransız mimar Lucien Fournereau,
Angkor Wat tapınağına ait yedi büyük resmi Paris'te sergilemiş. 1922'de
Marsilya'da ve 1931'de Pariste Angkor Wat'ın üçüncü terasının birebir
ölçekli maketi sergilenince, uluslararası merak ve ilgi Kamboçya'ya
yönelmiş. Ecole Française d'Extreme Orient (Uzakdoğu Fransız Okulu)
teknik ve teorik zorluklara rağmen restorasyonu sürdürmüş, Unicef
ile birlikte bir çok ülke de desteğini esirgememiş"
Şimdi, güçlü dalları ve kökleri ile yüzlerce yıllık taşları ateşli
bir aşk gibi sımsıkı sarmalayıp kendine çeken ağaçlar kutsal emanetlerini
bırakmaya hiç niyetli görünmüyor. Sık ormanın yemyeşil örtüsünden
sızmaya çalışan ışık, rutubetten yeşermiş taşların üzerindeki Apsaras
figürlerinde gölgeler oluşturuyor.
Burası Kamboçya!…Güneydoğu Asya'nın gözbebeği. Kutsal İmparatorluk
tacı üzerindeki en değerli mücevher gibi.
YAZI : M.Emin ALTAN - Emel ALTAN EGE
FOTOĞRAFLAR : M.Emin ALTAN
KAYNAKÇA :
ANGKOR AN INTRODUCTION TO THE TEMPLES/DAWN ROONEY/ ODYSSEY PASSPORT
BOOKS/CHICAGO-1997
ANGKOR HEART OF AN ASIAN EMPIRE/BRUNO DAGENS/THAMES AND HUDSON-NEW
HORIZONS/NEW YORK-1995
CAMBODIA/TAYLOR-WHEELER-ROBINSON/LONELY PLANET/HONG KONG/1996
THE ART OF SOUTHEAST ASIA/PHILIP RAWSON/WORLD OF ART/SINGAPORE/1993
|
|
| |
| |
| |
|