|
|
|
|
Baharın yaza dönmekte olduğu şu günlerde, soğuk
beton yığınları arasında gün begün
tüketmekte olduğumuz gri yaşamımız, her nasılsa kalakalmış minicik
toprak parçaları bulup yeşermiş birkaç ağacın filizlenen dallarında
şen şakrak çığlıklar atan küçük kuşların cıvıltılarıyla biraz olsun
renklendi. Ruhlara sinsice çöken grilik yeşilin, mavinin, pembenin,
sarının tonlarıyla silinmeye başladı bile. Renk renk sardunya saksıları
balkonlara yerleşti, aylar önce mutfakta bir dolabın kuytusuna bırakılıp
unutulmuş mangallar çıkartılıp, temizlendi. Şimdi ızgara zamanı! Balkonda,
bahçede, piknikte bütçeye göre kah çipura, kah pirzola, kah kanat
ama mutlaka mangalda ızgara...
Mangal hazır da, peki ya kömür? Bize göre kolay; en yakın markete
gidilir, bir torba mangallık odun kömürü alınır, tutuşturulup yakılır,
alevi sönene kadar beklenir, ateş korlanınca lezzetin dumanı da tütmeye
başlar ağır ağır. Mangalın başında bir elinde maşa, bir elinde gazete
kağıdından yelpaze, birazdan keyifle mideye indireceklerinin heyecanıyla
yanıp tutuşan "ahçıbaşı", Yazımanayır'lı Mehmet'i hiç tanımaz.
Dolmacılar lakaplı ailenin oğlu Mehmet Öztürk, bizler mangal başında
lezzetin ateşiyle yanalım diye, o küçücük kömür parçalarını hazırlamak
için karda kışta, yağmurda ya da kızgın güneş altında, durup dinlenmeden,
üçyüzaltmışbeş gün isli dumanı içine çeke çeke korlaşan onlarca orman
köylüsünden biridir oysa...
Bereketli
bir kalkan avından dönen neşeli balıkçıları teknelerinde, ağlarını
temizlerken görüntüleyip, biraz da sohbet ederiz düşüncesiyle erkenden
yola koyulduğumuz, ancak birbirine karışmış boş ağların başında sadece
dertlerini dile getirebilen insanların hüzünlerine ortak olduğumuz
Ağva'dan İstanbul'a eli boş dönerken, tesadüfen tanıdık Mehmet'i.
Önce, yolun kıyısında zarif bir ustalıkla yerleştirilmiş odun yığınları
çekti dikkatimizi. Ardından da için için tüten dumanlar. Yıllardır,
farklı yörelerimizde odun kömürü hazırlayan pek çok orman köylüsüyle
karşılaşmıştık, ama böylesi zevkli bir dizilime hiç rastlamamıştık.
Her bir odun parçası sanki sanatsal bir kaygı taşırcasına, birbiri
üzerine mükemmel bir titizlikle yerleştirilmişti.
Önce, birkaç kare fotoğraf çekmek istediğimizi söyledik kendisine,
çekinerek. Dumanı tüten yığınların birinden ötekine koşuşturmaktan
kömür karası olmuş Mehmet'in yeşile çalan ela gözleri parladı. Kendini
bildiğinden beri bıkıp usanmadan, aynı sabır ve özenle, dört- beş
günde dizdiği odunların, üç- dört günde yanıp kömür yığınlarına dönüşmesi
için gösterdiği çabaların fotoğraf karelerine yansıması fikri hoşuna
gitmişti.
Mehmet, iki kilometre ötedeki elliyedi haneli
Yazımanayır köyünde yaşıyor. Bütün ailesi,
köyde yaşayan diğer insanlar gibi nesiller boyu hep aynı mesleği
yapmış. Dedeleri, bu şekilde odun dizmeyi, onun deyişiyle "gavurlardan"
öğrenmiş. Bölgede bolca bulunan gürgen, meşe ve akçaağaç kullanıyorlar.
İki ton mangal kömürü elde etmek için gereken on ton odun, ancak
dört- beş günlük bir çalışma sonucu dizilebiliyor. Önce, iri olan
kütükler daire şeklinde zemine sıralanıp, büyücek bir kubbe oluşturana
kadar büyükten küçüğe doğru tepe noktasına kadar yerleştirilip,
en tepede bir baca deliği bırakılıyor. Ormanın içlerinden toplanmış
"gazel" denen küçük yapraklar ıslatılıp aralara konduktan
sonra, üzeri bir önceki partiden kalan ve nemlendirilmiş kömür tozuyla
güzelce sıvanıyor. Gönlümüz bu mükemmel görüntünün, siyah balçık
kümbetine dönüşmesinden yana değil, ama için için yanmayı sağlamanın
tek yolu da bu imiş. Çıra olarak "yılgın" kullanıyorlar.
Zeminde açık bırakılan bir delikten, üzerine sardıkları çaputa gaz
döküp yaktıkları uzun bir sopayı sokarak, ikinci aşamayı başlatıyorlar.
İçerideki
odunlar yandıkça, tepedeki bacadan büyük odun parçaları atılıyor.
Bunu yapabilmek için, kubbeye dayadıkları tahta merdiveni kullanıyorlar.
Alevli yanma olmasın diye de, belli bir süreden sonra tepedeki baca
deliğini kapatıyorlar. Sonraki üç- dört gün boyunca yavaş yanmanın
sürekli izlenmesi gerektiğinden, Mehmet bu yığınlar arasında kendisine
naylondan bir tente yapıp, altına da bir döşek kondurmuş. Yanma
bitene dek buralardan bir an olsun ayrılamıyor. Üç- beş kömür parçasının
üzerinde isten kararmış minicik emaye bir çaydanlık var. Kan ter
içinde kalmış bedenini unutup, "yorulmuşsunuzdur, birer çay
için" diyor, içtenlikle. Yatağın kenarında bir su bidonu, üzerinde
rengi kaçmış bir battaniye... sahip olduğu eşyalar bundan ibaret.
Yanma tamamlanınca birkaç saatliğine eve, ailesine koşmayı sabırsızlıkla
bekliyor Mehmet. Çünkü, yanmanın bitmesinin ardından altı- yedi
saatlik bir bekleme süresi var. Ardından, kömürün satışa hazır hale
gelebilmesi için tasnif başlıyor; uzun parçalar dönercilere, orta
büyüklüktekiler mangal meraklılarına, toz hale gelenler de leblebicilerle
kestanecilere...
Artık, ızgara yapmak için mangalın başında korların kızıllığına
dalıp giderken Mehmet'i anmadan asla geçemiyorum.
EMEL (ALTAN) EGE 26 Nisan 2001 Perşembe,
İstanbul
|
|
| |
| |
| |
|