MİNYATÜR SALTANAT

İstanbul ve Venedik, tarih boyunca birbirleriyle rekabetten asla vazgeçemeyen iki kent. Pek çok açıdan benzerlik sergilemeleri elbette bir tesadüf değil. Her ikisi de var oluşlarını denize borçlular. İkisinin de, her iki yakasında yan yana dizili tarihi yapılarıyla "Dünya'nın en güzel yolu" tanımlamasını hak edecek birer su yolu var: Boğaziçi ve Büyük Kanal. Venedik'in artıları; tarih boyunca sahip olduklarına, deyim yerindeyse "gözü gibi" bakarak kollaması ve geçmişi bugün de aynen yaşatabiliyor olması, üstelik bunu yaşayarak yaşatması. Yani, bir müze gibi sadece uzaktan bakıp izleyerek ve izleterek değil, tarihten gelen her türlü özelliğini bire bir kullanıma sunması ve hiç kesintiye uğratmadan bugünlere taşıması. Bunun en bilinen ve en somut örneği gondollardır kuşkusuz. Adına ilk kez 1094 tarihli bir belgede (bu belge halen arşivde saklanmakta olan dönemin düküne ait bir mektuptur) rastlanan gondol, aslında adalarda sabit yerleşimin henüz başlamadığı yıllarda, yani o tarihten bin yıl öncesinde de lagün içinde tuz toplamak, balık ve su kuşu avlamak amacıyla kullanılan bir tekne modeliydi. Son bin yıl içinde, ölçülerinin standarda kavuşması ve renginin siyah olması dışında pek fazla değişime uğradığı söylenemez. Gondol, her zaman tek kürekle sağdan yönetilen, su ile asgari teması sağlayacak şekilde kavisli bir gövdeye sahip olan bir yapıdadır. Başlangıçta geçim derdiyle, devr-i saadette varlıklı ailelerin özel makam aracı gibi, şimdilerde de ihtişamlı günlerin keyfine yarım saat için bile olsa varabilmek isteyen meraklı turistler için gezinti teknesi olarak kullanılan gondolların aslında bizim meşhur saltanat kayıklarından pek farkı yoktur. Ancak onlar, varlıklarını hiç kesintiye uğratmadıklarından olsa gerek, modern dünyayı da kendilerine uydurmuşlardır. Gerek Büyük Kanal'da, gerekse lagün içinde zamanımızın motorlu tekneleri kullanılıyor olsa da, trafik yine gondollara göre düzenlenmiştir ve hız sınırlaması getirilerek sayıları 420 olarak sabitlenen gondolların güven içinde yol almaları sağlanmıştır. Yani orada her şey bir yana, geçmişe ait değerler bir yana...

Geçmişte, İstanbul'un Venedik'e göre artılarından biri "Altın Boynuz" yani Haliç'ti. İstanbul, son yüzyılda gözden çıkardığı bu mekana şimdilerde yeniden sahip olabilme derdine düştü. Projeler birbiri ardına ekleniyor ve hızla uygulamaya geçiliyor. Yeni düzenlemeler, müzeler, parklar derken bir de "MİNİATÜRK"ümüz olacak pek yakında. Yani, Mini Türkiye Parkı. 15 Trilyona mal olacak bu parkta kültürümüzü sembolize eden yapılardan, aslının 25 kat küçültülmüşü 105 eser yer alıyor. 23 Nisan 2003'te hizmete açılması planlanan Miniatürk, şimdiden Dünya Minyatür Kentler Birliği'nin 50 üyesi arasına girmeyi başardı bile. Projenin çok önemli bir detayı daha var. O da, tamamen aslına sadık kalınarak, Cide'de inşa edilen 150 saltanat kayığının Miniatürk ziyaretçilerini Sultanahmet sahiline kurulacak iskeleden alarak Sütlüce'ye taşıyacak olması. Güzergah bununla sınırlı kalmayacak. Haliç ve Boğaziçi'nin pek çok noktasında, tarihi mekanlar arasında her biri 32-35 yolcu taşıyacak olan 30 metre uzunluğundaki bu kayıklarda 12 kürekçi olacak. Sarıçam ve meşe ağacından yapılan kayıkların gerekli şartlar yerine getirildiği takdirde 100 yıllık ömürleri olacağı söyleniyor.

Haydi hayırlısı, diyor ve alt yapısı, hele hele denizde ve karada trafik sorunu halledilmemiş, her yağmur sonrası sokakları Venedik kanallarına dönen bir kentte, saltanat kayıklarının da gondollar kadar şanslı ve uzun ömürlü olmasını diliyorum.

EMEL (ALTAN) EGE 18 EYLÜL 2002