ŞEHR-İSTANBUL


Birçok modern Avrupa kentinin kuruluş öyküsü Homeros'un İliada'sı kaynak alınarak Troia'ya dayandırılmaktadır. Son dönem tarih araştırmaları ve arkeolojik kazı çalışmaları da destekliyor ki; bu eserde sözü edilenler, birer efsane olmanın çok ötesinde, yaşanmış gerçekliklerdir. Troia Savaşı'na katılmış olan Anadolu halkları İliada'da tek tek anılmıştır ve bu halklar günümüz Avrupalılarının atalarıdır.

İstanbul'un kent tarihini doğrudan Troia Savaşı ile bağlantılandırmak olası değilse de, savaş sonrası el değiştiren, Çanakkale Boğazı'nın kontrolünde çok büyük öneme sahip Troia kenti ve çevresinin İstanbul'a güvenli ulaşım için önemi açıktır. Aslında Troia kentinin ilk kuruluş yıllarında İstanbul'un Anadolu yakasında, Fikirtepe'de bir yerleşim bölgesinin varlığı ortaya çıkarılmıştır. Ancak, İstanbul'un ilk kent merkezinin Sarayburnu'ndaki yerleşim olduğunu göz önüne alırsak ve bu nedenle Fikirtepe'yi gözardı edersek, İstanbul'un M.Ö. 658 yılında Megaralılar tarafından kurulmuş olduğunu söyleyebiliriz. Bunun Troia Savaşı ile olan bağlantısına gelirsek: Muhtemelen M.Ö. 1184'de yaşandığı var sayılan savaş öncesinde Marmara'ya giriş tamamen Troialıların kontrolündeydi. Ticaret filolarının bile yüklerini Hisarlık Tepesi'nin hemen altındaki korunaklı limanda indirdikleri ve malların, bu noktadan sonra kara yolu ile Anadolu içlerine dağıldığı savları üzerine araştırmalar mevcut. Bu nedenle, o dönemde İstanbul'un ticari açıdan önemli bir nokta olamayacağı görülüyor. Ayrıca, M.Ö. 1200'lerde, Karadeniz'in kuzeyinden Batıya doğru akan İskitler'in baskısıyla ve hatta belki de M.Ö. 1295 civarında olduğu varsayılan Kadeş Savaşı'da Hititlere destek amacıyla, Anadolu'ya giren İlliryalı ve Trakyalı savaşçıların geçiş yolu üzerinde bulunan İstanbul'un, neden o tarihlerde henüz bir sabit yerleşim noktası olamadığı anlaşılır.

Troia Savaşının ardından, Anadolu'nun batı kıyıları yavaş yavaş Yunanistan'da yaşayan kavimlerin eline geçmeye başlamıştır. Gemileriyle özgürce Çanakkale Boğazı'nı aşan gemiler, rüzgarın ve akıntının şiddetinin nispeten daha az olduğu Anadolu tarafından kıyı kıyı giderek Marmara'yı aşmışlar ve İstanbul Boğazı'na ulaşmışlardır. Hatta, o dönemde henüz bir ada olduğu düşünülen Kapıdağ Yarımadası'nın işlerini kolaylaştırmış olduğu da varsayılabilir.

Eğer,Troia Savaşı M.Ö. 1184'de yaşandıysa, neden Megaralılar M.Ö. 7. y.y.'dan önce İstanbul Boğazı'nın iki yakasında kentler kurmaya kalkışmadılar, diye sorabiliriz. Bunu da, Kimmelerin bu kez Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya yaptıkları ve Frigleri yenilgiye uğratıp, M.Ö. 660 civarında Gordiyon'u yağmaladıkları akınlara bağlayabiliriz. Kimmerler, bu başarılarının ardından Menderes ve Gediz ovalarına kadar inerek, Edremit civarında yerleşmişler, aynı tarihlerde İskitler de Yunanistan'ın kuzeyine yeni saldırılar düzenleyerek, yeni göçlere neden olmuşlardı. Ortaya çıkan tablo, Megaralıların küçük guruplar halinde ve sonradan kralları olacak komutanları önderliğinde, gemileriyle yola çıkarak, yeni ve daha güvenli yerleşim bölgeleri aramaya başlamalarının nedenini açıklayabilir. Karşı kıyıdaki Khalkedon'un kuruluşunun, İstanbul'dan sadece 17 yıl öncesine rastlaması bu düşünceyi destekler niteliktedir. ( Körler ülkesi efsanesine şimdilik değinmiyorum. )

Sarayburnu kıyılarına ulaşan Megaralıların başında, Byzas adlı komutanın bulunuyor olması, burada kurulan ilk yerleşimin de onun adıyla anılmasını sağladı: BYZANTİON yani Byzas'ın kenti. Onun kenti, Sarayburnu-Ahırkapı arasında kalan dar bir bölgenin surlarla çevrilmesiyle oluşmuştu. Roma İmparatoru Septimus Severus, kenti almak için bu surları yerle bir etti. Kenti yeniden imar ederken sınırları biraz daha genişletti. Şimdiki Eminönü civarını da içine alacak kadar genişleyen kente oğlunun adını verdi: ANTONİNİA. İmparator Konstantinus, artık kabına sığmayan Büyük Roma İmparatorluğu'na yeni bir başkent yaratabilmek için yer aranırken önce Troia'yı düşündü. Hatta, burada bir süre yeni imar çalışmaları bile yapıldı. Ancak sonradan İstanbul'un daha güvenli olduğunu düşünüp, sınırlarını Edirnekapı'ya kadar genişlettiği kentte NUOVA ROMA yani YENİ ROMA'yı yaratmaya girişti. 11- Mayıs 330 günü muhteşem törenlerle yeni başkent ilan edilen şehir, artık Konstantin'in kenti anlamında KONSTANTİNAPOLİS olarak anılır oldu. Kent yeni kazandığı Latin kimlikten sıyrılıp, Yunanlaşmaya başladığında, EİS TEN POLİN (şehire) deyişi ortaya çıktı. Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra ise, bir süre KONSTANTİNİYE diye anılan İstanbul'a, dönem içinde DER-İ SAADET (Mutluluk Kapısı), DER-İ DEVLET (Devlet Kapısı), ASİTANE (Eşik), ASİTANE-İ SAADET (Mutluluk Eşiği), DARÜ'S SALTANA (Saltanat Evi) gibi bir çok isim verildi.

Troia gibi tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken efsanelerin gözde mekanı olamasa da, çok ihtişamlı bir geçmişe sahip olan İstanbul'u bir metne sığdırmak haksızlık olur. Daha yazılacak nice öyküler var. Belki bir gün...

EMEL (ALTAN) EGE 22-1-2002