TROİA

HAZİNELERİNE KAVUŞUR MU?

 

Geçtiğimiz aylarda basında yer alan “Amerika (Birleşik Devletleri) İtalya'dan kaçırılan bazı tarihi eserleri geri verme kararı aldı”, haberlerinden etkilenen bir dostumuz, beni Çanakkale'den telefonla arayarak Troia hazinelerinin iadesini sağlamak için harekete geçilmesi amacıyla çalışmalar başlatma arzusunu dile getirdi. “Taş yerinde ağırdır” derken bu hazinenin Troia'da sergilenmesinin önemini heyecan içinde vurguluyordu. Haklıydı haklı olmasına da, beni düşündüren nerede sergilenebileceği oldu. Adım adım ilerlemeliyiz, dedim kendisine. Bana göre önce, müze konusu gündeme getirilmeliydi.

Telefonu kapattıktan sonra neler yapılabileceği, yapılması gerektiği üzerine düşünmeye başladım.

Son dönemde, İstanbul'un dört bir yanında, binalarda ve araçlarda dikkatimizi çeken dev bir imza geldi gözümün önüne; PİCASSO... “Picasso İstanbul'da”. Rahmetli Sakıp Sabancı'nın ölmeden önce sıklıkla dile getirdiği, Emirgan'ın simgesi Atlı Köşk'ündeki Sabancı Müzesi'nde gün gelip “Picassolar” sergileneceği hayalinin nasıl gerçeğe dönüştürüldüğünü, bunun için nasıl çabalandığını safha safha takip etmiştim. Nazan Ölçer'i, Güler Sabancı'yı televizyon programlarından, gazetelerin kültür-sanat sayfalarından, konuyla ilgili dergilerden dikkatle izlemiştim. Her şeyden önce, bu projenin başında dünya çapında kabul görmüş, pek çok başarıya imza atmış, bu işe gönül vermiş ve ciddiyetle sarılmış yetkin bir isim bulunuyordu. Ardında da, sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada tanınan büyük bir holdingin ve aynı isimle kurulan bir üniversitenin desteği vardı. Projeyi hayata geçirenler, olanca tecrübeleriyle ve sadece kurdukları çok önemli ilişkilerle başarıya ulaşılamayacağının, Picasso'nun İstanbul'a taşınabilmesinin en önemli şartının tüm özellikleriyle yeterliliği kanıtlanmış bir müze binasının gerekliliğinin farkındaydılar. Ve onlar, bir yandan dünyanın önemli müzeleriyle koleksiyonerlerini ve Picasso ailesini ikna turları yaparken, diğer yandan da Sakıp Sabancı Müzesi'nin alt yapısını geliştirmekle uğraştılar. Müzenin güvenliğinden ısı/nem dengesine, getirilecek eserlere uygun sergileme panolarına kadar her bir detay yeniden elden geçirildi ve uluslararası standartlara uygunluğu kanıtlandı. Tüm bunlar tamamlandıktan sonra da, devasa boyutta “Picasso İstanbul'da” afişleri İstanbul'un dört bir yanına yerleştirilip duyurular yapıldı. Sonuç; tam anlamıyla bir başarıydı ve müzenin müdürü bunun ardından dünya çapında çok önemli diğer sergilerin de sırayla açılacağının müjdesini gururla vermeye başlamıştı. Tüm beyanlarında artık yeterliliğini dünyaya kanıtlamış bir müze binasına sahip olunmasının işlerini ne kadar kolaylaştıracağını anlatıyordu.

Tüm bunları düşünürken, sevgili Korfmann Hoca ile 2002 yılının Temmuz ayında baş başa yaptığımız birkaç saatlik görüşmedeki konuşmalarımız geldi aklıma. 17 Mart – 17 Haziran 2001 Stuttgart, 14 Temmuz – 14 Ekim 2001 Braunschweig, 16 Kasım 2001- 17 Şubat 2002 Bonn “Düş ve Gerçek TROIA” sergilerinin başarısından, o yıl kendisinin ve ekibinin Troia ile ilgili çalışmalarının Avrupa'nın en başarılı projesi seçilmesinden, Almanya'da 850.000'den fazla kişinin bu sergileri izlediğinden ve daha bir çok “Troia” başlıklı konudan söz etmiştik. Tüm dünyaya yayılmış Troia objelerini bir araya getirip bu sergiyi nasıl oluşturduklarını anlatmıştı. Belçika'dan, Bulgaristan'dan, Fransa'dan, İngiltere'den, Gürcistan'dan, İtalya'dan, Yugoslavya'dan, Avusturya'dan, İsviçre'den, İspanya'dan, Vatikan'dan, Çin'den ve Türkiye ile Almanya'nın çeşitli müzeleriyle özel koleksiyonlara dağılmış yüzlerce parçayı bir araya getirerek topluca sergileme fikri ilk olarak 1997 yılında doğmuş ve yıllar süren yoğun çabalar sonucu gerçekleştirilmişti. Tüm objeler belirli bir süre için “ödünç” alınmış ama bunun için bile şahsına büyük sevgi ve güven duyulan Korfmann Hoca ile ekibinin hayli ter dökmesi gerekmişti. Korfmann, oluşturulan bu serginin sadece “geçici” olarak Troia'ya taşınmasının dahi burada uluslararası ölçülerde modern bir bina yapılmadan asla ve asla gerçekleştirilemeyeceğini hayıflanarak anlatmıştı. Troia'da yıllar önce müze yapım kararı alındığını, burada 6.000 m2 alanın bu amaçla istimlak edilmiş olduğunu, yıllar içinde iktidara gelen tüm siyasilerin müze yapım sözü verdiklerini ama o tarihe kadar bu amaçla tek bir çivi bile çakılmadığını ifade ederken hüzünlüydü. Yine de, kendisinde daha uzun yıllar mücadele etme gücünü bulduğundan henüz umudunu da yitirmemişti (üç yıl sonra öleceğini bileydi eminim üzüntüsü katlanırdı). O şimdi, 3 Ekim 2002 tarihinde Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Galerisi'nde açılacak olan Troia sergisinin heyecanını yaşıyordu. 5 Ocak 2003'e kadar açık kalacak olan sergiye her ne kadar Almanya'da sergilenen dünya müzelerine ait Troia objeleri taşınamayacak olsa da, Türkiye'deki Troia buluntularını bir araya getirebilmiş olmak bile bir umuttu onun için. Açılış günü, onun dinamizmi, heyecanı ve mutluğu hala gözümün önünde...

“Troia'nın arkeolojik buluntuları, sonunda anayurtlarına – planlanmış, ancak henüz inşası başlamamış müzeye – geri dönmelidir. Bulundukları topraklarda, ait oldukları yerde muhafaza edilmeleri ve onurlandırılmaları daha doğru ve uygundur”, yazmıştı Homer Kitabevi tarafından 2001'de basılan Düş ve Gerçek TROİA kitabında, Troia- Temmuz 2000 tarihi taşıyan giriş yazısında.

Sohbetlerimizde, konferanslarında, yazılarında hep Troia Müzesi'nin önemini dile getiriyordu. Uluslararası standartlara uygun bir müze binası yapılsa dahi, tüm dünyaya yayılmış buluntuların, hazinelerin tümden iadesinin çok uzak bir ihtimal olduğu gerçeğinin altını çizerken, bunların Almanya örneğinde olduğu gibi geçici sergilemelerle Troia'ya taşınmasının bile çok önemli olacağını vurguluyor, bunun tek şartının da böyle bir müze binası olduğunun altını ısrarla çiziyordu.

O, tam anlamıyla bir bilim adamıydı. Ütopik hayallerle boşa geçirecek zamanı yoktu (hatta yazıktır, hiç zamanı kalmamış olduğunu bilmiyordu o zamanlar). Olanca gerçekçiliğiyle, hedefine adım adım ulaşmanın yollarını arıyor, bir yandan Troia'da bilimsel çalışmalarını aksatmadan, başarıyla sürdürürken, diğer taraftan müze yapımı için çalmadık kapı bırakmıyordu. O'nu çok vakitsiz kaybettik. Çalışma masamın üzerindeki resmine her baktığımda içim sızlıyor, gözlerimde yaşlar birikiyor. Ama, oturup üzülmek bize bir şey kazandırmaz. Bayrağı devralıp tüm gücümüzle çabalamamız gerek. Hepimizin yapacağı şeyler vardır, olmalı. Biz Çanakkalelilerin, O'na bir vefa borcumuz olduğuna, Troia'ya el birliğiyle sahip çıkmamız gerektiğine inanarak, başta onun yetiştirdiği Troia kazı ekibi olmak üzere tüm Troia sevdalılarına Troia Müzesi yapımı için destek çağrısı yapmak istiyorum.

Başarıya ulaşmak için gerçekçi ve serinkanlı olunması gerektiğine inananlardanım. Başarıya giden yolda, kısa mesafe koşucusu gibi değil, maratoncu gibi ilerlemek gerekir. Hep bir sonraki aşamayı planlayıp, adımlar dikkatlice atılmalıdır. Henüz ortada bir müze binası bile yokken, “Troia hazinelerini geri istiyoruz” kampanyası başlatmak yerine, tam da Korfmann Hoca'nın düşlediği gibi, öncelikle “Troia Müze'sini istiyoruz” diye topluca haykırmalı, sesimizi yetkililere bir an önce duyurmaya çalışmalıyız.

Sabancı ailesi bunu böyle başardı. Biz, kocaman bir “Troia sevdalıları ailesi” olarak el ele verip, bu amaçla, Troia'da uluslararası standartlara uygun bir müze binası yapılması için çalışmalı, ardından, önce geçici sergilerle dünyanın hatta daha da öncesinde, Türkiye'nin çeşitli müzelerine dağılmış arkeolojik buluntuları bir araya getirmeyi amaçlamalı, sonra o çok değerli Troia hazinelerini geri alabilmenin hayalini kurmalıyız.

“Taş yerinde ağırdır” diyen dostumuza hak verdiğimi yazımı başında belirtmiştim. Ama, neyi ne şartlarda istediğimizi de unutmamalıyız. Troia, sadece bizim değil, o bir dünya mirası, tüm insanlığın malı. Tüm dünyayı bu mirası koruyacağımıza, kollayacağımıza ve zerresine zarar gelmeden geleceğe aktaracağımıza ikna etmeden değil o değerli hazineleri, diğer buluntuların bir tekini bile geri alamayız. Amacımız tüm objeleri yüz yıllar sonra yeniden, geçici ya da kalıcı sergilerle Troia'da toplamak ise eğer, her şeyden önce müzemizi yapmalıyız ve bunun için de çok çalışmalıyız, ÇOK!

 

Emel ALTAN EGE 12 Mart 2006

egeemel&hotmail.com
emelege&superonline.com

 

Not: Sevgili okurlar, üzülerek belirtmeliyim ki; zaman zaman Troia konusunda yazılan bazı yazılarda vahim hatalar yer almaktadır. Bunlar hepimize ve en başta da Troia'ya zarar vermektedir. Dergimizin 13.sayısının 33.sayfasında, Afrodit ve Anchises başlıklı bölümde Paris ve Anchises'in aynı kişi olduğu, Aeneas'ın Paris ile Afrodit'in çocukları olduğu bilgisi yanlıştır. Doğru bilgi için bkz: Antik Mitolojide Kim Kimdir – Gerhard Fink / Kabalcı Yayınevi 1997.