TROİA'DA YAS VAR...

Hayatımın belki de en güzel tatiliydi. Assos'ta, berrak ve serin sularda balıklarla köşe kapmaca oynayıp ahtapotlarla dans ederken geldi acı haber; Korfmann ölmüştü. Oysa ne kadar da mutluydum Behram Otel'de, Uzun Ev Cafe'de kapağında iri harflerle ASSOS yazan Troy Çanakkale'nin 7.sayısını gördüğümde. Çok önceden, ta 25 Nisan'da yazıp gönderdiğim “Troia'nın Adı Yok (mu?)” başlıklı yazımın yayınlanmasını sabırsızlıkla beklemiştim. Hayalim; Troy Çanakkale'yi koltuğumun altına sıkıştırıp Troia'ya, sevgili Korfmann Hoca'ya bir ziyaret daha yapmak ve hala sakladığım o not defterimi, bu defterde onun Troia'nın adı üzerinde yaptığı düzeltmeyi (ben Troya yazmıştım, o da kalemi eline alıp “y”yi karalayarak yerine bir “i” kondurmuştu) ve bu konuda yazdığım son yazıyı ona göstermek, onunla birkaç dakikalığına da olsa çok özlediğim sohbeti gerçekleştirebilmekti.

Daha geçen yıl, yanılmıyorsam 6 Temmuz günü, İstanbul'dan Çanakkale'ye gelen otobüste birlikte yolculuk yapıp yol boyu sohbet etmiştik. Bana, her yıl Almanya'dan taşıyıp getirdiği yılan serumlarını göstermiş, “çok şükür bunları hep taşırım ama daha hiç kullanmak gerekmedi” demişti. Çantasına öyle bir sarılıyordu ki, gören hazine taşıyor sanabilirdi. Gerçi, Korfmann için öyleydi; Çünkü, o yaptığı işe ve ekip arkadaşlarına sonsuz saygı duyuyor, her detayı ciddiye alıyordu. Bir ara, Troia'daki sorunlardan söz etti. Ziyaretçilerin daha rahat gezebilmeleri için yollara mıcır dökülmesinden, tuvaletlere konmayan tuvalet kağıtlarına kadar her şeyi düşünüyor, çözüm üretmeye çalışıyordu.

Yolumuz hayli uzundu. Bana, Paflagonia Projesi'ni ve İtalyan dostlarımızla birlikte tasarladığımız diğer projelerin ne durumda olduğunu sordu. Arkeologando Projesi'nin startı İtalya'da, Padova Üniversitesi'nde kendisinin “onur konuğu” olarak davet edileceği bir konferansla verilecekti. Pek çoklarının aksine o, beş yıldızlı oteller, konforlu ulaşım araçları ve yüklü masraflar yerine sadece İtalyanca-Almanca çeviri yapabilecek yetkin bir tercüman talep etmişti gelmek için. Bir de, zamanlama konusunda kazı sezonu öncesi olması şartı vardı. O kadar. Ancak, henüz Bartın'da Kuşkayası Anıtı restorasyonu için gerekli izinler alınamadığından elimiz kolumuz bağlanmış, düşlediğimiz tüm projeler (ne yazık ki) askıya alınmıştı. Paflagonia Projesi'nin son çalışması gerçekleştirilmeden diğer projelere kaynak aktarımı sağlamak mümkün değildi ve bizler zaman ilerledikçe umudumuzu yitiriyor, sadece bekliyorduk. O ise, yıllardır böylesi bürokratik sorunlarla boğuşmanın ne demek olduğunu gayet iyi biliyordu. Troia Müzesi için, Troia Vakfı kurulması için ne de çok çabalamıştı. 40'lı yaşlarından beri Troia için adeta savaş vermişti. Vatandaşı da olan bazı meslektaşları onu şarlatanlıkla suçlayacak ileri gittiklerinde bile metanetini korumuş, inandığı yolda ciddiyetini kaybetmeden sabırla ve inatla ilerlemiş, Troia gerçeğini tüm dünyaya kabul ettirmeyi başarmış çok özel bir insandı.

Korfmann aynı zamanda bir babaydı ve tüm babalar gibi çocukları için yeterli olamamanın acısını yaşıyordu. O, son yirmi yılında “Troia'nın babası” olarak çok büyük başarılara imza atmış biri olmasına rağmen çocukları için, çok küçük yaşlarından itibaren “yaz gelince kendilerini çok uzun süreliğine terk eden” bir babaydı. Eşiyle birlikte, çocuklarını bu “terk edilmişlik duygusu”ndan kurtarabilmek için kazı dönemlerinde ceplerinden ödeyerek Troia yakınlarında hep birlikte konaklama gibi çözümler üretmişler ve onlara babalarının “Troia” adında bir evladı daha olduğunu anlatmaya çabalamışlardı. Şimdi hepsi “öksüz” kaldı.

10 Ağustos 2005 günü, Troia'da, 42. Uluslararası Troia Festivali'nin açılış törenleri yapılırken ilk kez, tüm Çanakkale'yi donatan pankartlarda da, yol tabelalarında da Troia'nın adı O'nun arzusu doğrultusunda (Troya olarak değil) TROİA olarak yer alıyor, geçtiğimiz yıl Türk vatandaşlığı alarak yıllardır kendisine “Osman Hoca” diye hitap eden sevgili dostlarının kullandığı ismin resmi olarak yer aldığı ve çoktan hak ettiği “Prof. Manfred Osman Korfmann Çanakkale Fahri Hemşehrisi” beratını göremeden, Almanya'nın Tüebingen kentinde yaşama veda ediyordu. 10 Ağustos günü, 1870'de Schliemann'ın Troia'ya ilk kez ayak bastığı, 1963 yılında ilk festivalin organize edildiği bir gündü. Şimdi ise, Korfmann'ın Troia'yı son kez andığı gün oldu. Son nefesinde, Troia'daki çalışmaların planlandığı şekilde, kendisi varmışçasına, aynen yürütülmesi talimatını verdi ve gözlerini yumdu. Yıllardır uğruna çabaladığı ve sonunda geçtiğimiz yıl kurulmasını başardığı Troia Vakfı'nın Mütevelli Heyeti üyesi Prof. Dr. Muharrem Satır, O'nun adına Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan'ın elinden fahri hemşehrilik beratını alalı henüz 14 saat olmuştu.

Euripides Troialı Kadınlar'ında 3200 yıl önce yaşandığı var sayılan efsanevi Troia Savaşı sonrası kaybettikleri erkeklerinin ardından acılarını haykıran kadınları anlatır. Korfmann da, yıllardır Troia'da savaş verdi. Yaklaşık elli yıl boyunca kaderine terk edilmiş bu kentin yeniden gün ışığına kavuşması için var gücüyle çalıştı. Sadece kazı alanı için değildi çabası. Ekibinin verimli çalışabilmesi için “Bademli Köy”ü O kurdu, ilk muhtarı da kendisi oldu. Troia'nın, Homeros'un İliada'sında betimlediği yer olduğu gerçeğini dünyaya O kabul ettirdi. Kıskanç muhalifleriyle savaştı yıllarca, inançlı, kendine güvenen ve güçlü bir cengaver tavrıyla. Troia Vakfı için, Troia Müzesi kurulması için savaştı adeta. Çok büyük bir savaşa mekan olmuş Troia'yı barışın merkezi yapmayı arzuladı hep. Gönüllüleri dikkatle dinledi, izledi, akılcı projelere destek verdi. Troia'yı 3200 yıl önceki görkemli günlerine sembolik olarak yeniden kavuşturabilme amacıyla her disiplinden uzmanla el ele verip zooloji, botanik gibi alanlarda da araştırmaları ciddiyetle ele aldı. Son derece sosyal bir insandı ama asla şov yapmadı. En büyük övünç kaynağı, 2002'de Avrupa'nın en başarılı projesi kabul edilen ve 850.000 kişinin ziyaret ettiği Troia- Düş ve Gerçek Sergisi ile aynı adla yayınlanan kitabı idi. 3 Ekim 2002 günü İstanbul'da Y.K.B. Vedat Nedim Tör Galerisi'nde Troia Sergisi'ni açarken hala Troia'da kurulacak müzede tüm dünyaya dağılmış buluntuları bir araya getirme arzusunu dile getiriyordu gözlerinden umut pırıltıları saçarak. Yılmayacak, hep çalışacaktı. Güçlü görünen bedeni yıllara meydan okur gibiydi. Troia için, Troia'da daha çok savaş verecekti. Ama şimdi, savaş bitti. Artık Troia'da sadece kadınlar ağlamıyor. Kadın-erkek tüm arkadaşları, dostları, öğrencileri, Çanakkaleli hemşehrileri, bizler, bilim dünyası, arkeoloji çevreleri, O'nu bir kez tanıma şansına ve onuruna erişmiş herkes yasta. Troia yine ağlıyor.

Assos'ta güneş henüz doğmaya başladı. Antik limanın kayalıklarında, elimde bir yıl önce üzerinde Venedik siluetinin yer aldığı küçük not defterime Korfmann'ın kendi el yazısıyla “Emel Altan Ege” yazıp neden iki soyadımı da kullandığımı sorduğu sayfaya bakarak kafamda bu yazıyı kurguluyorum. Gözlerimden, bir türlü engel olamadığım yaşlar sicim gibi akıyor. Denize dalıyorum. Balıklar her şeyden habersiz oynaşıp duruyor. Göz yaşlarım Assos'un tuzlu sularına karışıp gidiyor. Ahtapotlar yine dans ediyor. Oysa, Troia'da yas var. Herkes ağlıyor.

 

Emel ALTAN EGE

Assos – 12 Ağustos 2005 Sabah 07.00