2002’nin çok sıcak bir Temmuz günüydü. O
gün, erkenden kalkıp özenle hazırlandım ve hemen yola koyuldum.
Günler öncesinden aldığım randevuyla, ilk kez bir söyleşi yapmak
ve Troya Sanat Derneği’nin organize ettiği “I.Ozan’ın Günü – Homeros
Anlatıyor” adlı İliada Okumaları etkinliğine “onur konuğu” olarak
Prof. Korfmann’ı davet etmek üzere Troia’ya gidiyordum. Heyecanlıydım.
Çünkü, ilk kez bu özel insanla yüz yüze ve baş başa birkaç saat
görüşme fırsatını yakalamıştım. Ben ona bir yıl içinde Paflagonia
Projesi hakkında yaşanan gelişmeleri anlatacaktım, o da bana Troia’dakileri...
Beni, her konuğuna yaptığı gibi, yine o asırlık ağacın gölgesinde
karşıladı. Son derece içten, nazik, samimi, mütevazı ama bir o kadar
da ciddi idi. Ciddiyet ve samimiyet... Çelişki gibi görünebilir,
ama işine duyduğu saygı yüzüne yansıyor, Troia konusunda en ufak
bir hatayı affetmeyeceğinin sinyallerini veriyordu. Bu nedenle,
ciddi idi. Ama, insan olarak, tüm dünyada tanınmışlığın, kazandığı
onca başarının haklı gururunu yaşarken, bunu asla “kibir” olarak
yansıtmıyor, aksine “meslekten” olmasa da Troia’ya ilgi duyan herkese
saygıyla ve samimiyetle yaklaşıyordu. Yeter ki, bu ilginin kişisel
menfaat amacından uzak, amatör ruhla dahi olsa bilime dayalı olduğu
bilsin.
Notlarımı bahçedeki tahta masanın üzerine yaydım ve Paflagonia Projesi’nin
bir yılını anlatmaya başladım. 2001’de Padovalı dostlarımın bisikletlerle
buraya gelerek yaptıkları ziyaret ve projenin amacı onu fazlasıyla
etkilemiş, Troia teması üzerine şekillenen bu amatör projenin dünya
barışına sağlayacağı katkıya inandığını ve tüm dünyanın ilgisini
Troia’ya çekebilecek bu tarz projelerin her zaman destekçisi olacağını
bildirmişti. Aktardığım gelişmeleri dikkatle dinlerken, gözü bir
an notlarıma takıldı. TROYA yazmıştım. İzin isteyerek kalemimi aldı
ve “y” yi karaladı. Yerine bir “i” harfi kondurdu. Bunu, tüm dünyaya
bu isimle duyurmalıyız, dedi. Eğer biz, bizler, Troia’nın adını,
bugüne kadar yapıldığı gibi farklı biçimlerde yazarsak dünyaya “gerçek”
Troia’nın burada bulunduğunu anlatmakta güçlük çekeriz, çünkü pek
çok yerde Troy, Troya isimleriyle anılan yere rastlamak mümkün,diye
ekledi. Çanakkale’den gelirken ve İzmir’den Çanakkale yönüne ilerlerken
yol tabelalarında bile çelişki olduğunu, birinde “Truva”, diğerinde
“Troya” yazdığını hayıflanarak belirtti. Oysa, kendisi ören yeri
girişine “doğru” yazılımı, “Troia” tabelasını yerleştirmiş, diğerlerinin
de değişmesi konusunda defalarca uyarılarda bulunmuştu. Onun “doğru”
diye belirttiği bir isme herkesin saygı göstermesi gerekir. Çünkü,
“Troia gerçeği”ni tüm dünyaya kabul ettirmeyi başaran isimlerin
en başında onunki gelmektedir. Troy, İngilizce’deki kullanımıdır.
Truva ise, on yıllar önce buraya gelen bir Fransız uzmanın telafuz
ettiği, söyleyiş biçimidir. Troia’nın adını Troya olarak Türkçeleştirmeye
çalışmak da anlamsız ve gereksiz bir çabadır. Çünkü, Troia her ne
kadar “sapına kadar” Anadolulu olsa da, o dünyaya mal olmuştur ve
dünya kültür mirasının çok önemli bir parçasıdır. Adı üzerinde lüzumsuz
oynamalar yapmak bize ve Troia’ya zarar vermekten öte bir işe yaramayacaktır.
Troia’nın “bizim” olduğunu, ona ciddiyetle sahip çıkacağımızı dünya
aleme haykırmak için önce kendi aramızda anlaşmak gereklidir. Henüz
elli metre arayla iki tabelada bile “doğru” ismi yazamıyorsak eğer,
bunun üzerinde iyice düşünmek gerektir.
Not: Troya Sanat Derneği adını bu şekilde kullanmak üzere yola
çıkmış, ancak henüz isim tescili bile yapılamadan “tarihe” karışmıştır.
Ozan’ın Günü – Homeros Anlatıyor adlı İliada Okumaları etkinliği
Haluk Şahin’in çabalarıyla bir avuç gönüllü tarafından sürdürülmeye
çalışmaktadır. Aynı Arkeoloji Buluşması etkinliğinde olduğu gibi,
Çanakkale adına çok önemli artılar sağlayabilecek bu çabanın da
tüm Çanakkaleliler tarafından desteklenmesi ve sahip çıkılması son
derece önemlidir.
EMEL ALTAN EGE 25-Nisan-2005