Üç etaptan oluşan yolculuğun öyküsü:
"Paflagonia Projesi, Anadolu Projesi ve..."



Bu bölümde, Türkiye ve İtalya'nın antik dönem tarihiyle bağlantılı olarak gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilecek olan projelere bir göz atarak üç etaplı yolculuğumuza başlıyoruz. Burada, bize Türk ve İtalyan tarihine ve kültürüne tutkun iki dost eşlik edecek; bir İtalyan, Ugo Silvello ve bir Türk Emel Ege.
Bu yolculuğun merkezinde, Homeros'un bize aktardığı bilgiler ışığında Troia şehrinde yaşanmış olaylar ve İliada var.
Her şey, Heinrich Schliemann'ın 1800'lerde yaptığı keşiflerin ışığında, İliada'da aktarılan bir çok bilginin tarihi gerçeklere yakınlığına odaklanarak ve bu destansı anlatımdan yola çıkarak başladı. İtalya ve Türkiye'nin antik dönem ve sonrasındaki tarihi gerçekleriyle efsaneleri harmanlanarak da bu projeler doğdu ve gerçekleştirildi. Bu projelerle "tarih" son derece güzel bir dialog fırsatı yarattı ve yaratmaya devam ediyor, edecek. Söz konusu dialog, sadece resmi çevrelerde değil, Türkiye ve İtalya gibi yüzünü Akdeniz'e dönmüş, engin tarihi olan iki ülkenin halkı ve kurumları arasında da gelişiyor.

Birinci Bölüm

"Paflagonia Projesi"

KÖKLERE DÖNÜŞ
"Bir spor, kültür ve macera yolculuğu"

İçimizde bir Ulisse var...

Birkaç yıldan beri, arkadaşlarla aramızda konuşup duruyorduk. Bir yaz akşamı, açık havada yenen bir yemeğin ardından havadan sudan konuşulan bir dost muhabbetinde böylesi bir proje fikrinin oluştuğunu söylemek biraz garipsenebilir. Ama konuştuklarımız, bizi sıradan bir ilgi ve merakın ötesine taşıyordu ve her insanın içinde var olduğuna inandığım "Ulisse" ile bir macera arzusunun içine doğru çekiyordu. Venetlerin ( onlardan Enetler ya da Henetler diye de söz edebiliriz - Ç.N.) köklerini araştırmaya yönelik Paflagonia Projesi böylesi ilginç bir rastlantıyla ve İtalya'dan, kuzeydeki Veneto bölgesinden, Padova ilinin küçücük bir yerleşim birimi olan Fontaniva'dan spora, seyahat etmeye, kültüre meraklı ve neredeyse çocukluk günlerinden beri birbirini tanıyıp sıkı dostluğu sürdüren bir gurubun çabalarıyla doğdu.

Paflagonia Projesi nedir?

Paflagonia, günümüz Türkiye'sinin kuzeyinde, Karadeniz'in güney kıyılarında yer alan, Küçük Asya'nın antik yerleşim birimlerinden biridir. İtalya'nın Padova'sından, 2001 yılının Ağustos ayında beş kişilik bisikletçi gurubun pedal çevirerek kat ettiği mesafe olan yaklaşık 3000 kilometre kadar bir uzaklıktadır.
Bu yolculukta bu beş İtalyan bisikletçiye yol boyunca eşlik edip destek vermek amacıyla motorsiklet ve karavanla eşlik eden üç kişi daha vardı.
Bu noktada bir konuya dikkat çekmek gerek; 3000 kilometre pedal çevirmek güçlü bir sportif yapı gerektiriyordu. Bu da, projeye daha fazla dikkat çekilmesini sağlamak anlamına geliyordu. Şimdi istikamet: PAFLAGONİA !

Günümüz Paflagonia'sı

Paflagonia, Küçük Asya'nın kuzeyinde bulunan bir antik dönem yerleşimiyle özdeşleşen çok çarpıcı bir isimdir. Coğrafi sınırları çok net ve kesin değildir. Antik çağın farklı dönemlerine ait haritalarda Bitinia, Pontus, Galatya ve Karadeniz arasında kalan topraklarda bu sınırlar farklı şekillerde gösterilir.
Günümüz Paflagonia'sı, kayın, meşe, çınar, çam ve gürgen ormanlarıyla bezeli "sonsuz yeşil" topraklar olarak gösterilir. Paflagonia sahili sonbaharın canlı ve yoğun renkliliği içindeki bitki örtüsüyle Karadeniz'in muhteşem maviliğinin kucaklaştığı enfes bir manzara sunar.
Bartın... Kimi zaman sakin sakin, kimi zaman da dağlardan aşağılara doğru koşan vahşi bir hayvan gibi kükreyerek akan nehrin iki yakasına yerleşmiş bu kent, o güzelim plajlarıyla her türlü hayranlığı hak eder. Sahildeki Amasra; antik adı ile Amastris, Karadeniz'in nadir bulunan değerli incisi... bugün orada ona aşık olmak için keşfedilecek daha neler vardır, kim bilir? Sonra, daha ileride, deniz kıyısına sahil boyunca sıralanmış küçük küçük kasabalar. Denizciliğin ve tekneciliğin önde gelen merkezi, binlerce yıllık ahşap işlemeciliği geleneğini tekne yapımcılığıyla sürdüren belde, Kurucaşile... Daha içlerde, safran diyarı Safranbolu. Çok iyi korunmuş ve doyumsuz güzellikteki Osmanlı evleriyle gelenekleri ve tarihi yaşatan bir mücevher kutusuna benzer. Ya o güzelim Kastamonu... Bu şehir ve kasabalardaki misafirperver, sade, nazik, içten, cömert ve yüce gönüllü, tanışmaya değer dost insanlar... Kuzeyin orman zengini sarp kıyıları ...

Niçin Paflagonia?

Paflagonia denince akla Patagonia geliyor. Amerika kıtasının en güney kıyılarında yer alan bu bölgenin Paflagonia ile hiçbir alakası yoktur.

Yirmi gün boyunca Padova'dan Paflagonia'ya tamı tamına 2974 kilometre pedal çevirmenin nedenleri ...

Her şey, Homeros'un büyük eseri, ünlü destan İliada'nın o beş dizesi ile başladı.

Erkek yürekli Pylaimenes komuta eder Paflagonialılara,
Gelmişler yaban katırlarıyla ünlü Enetlerin yurdundan,
Kytoros'ta, Sesamos'ta otururlar,
Parthenios Irmağı çevresinde kurmuşlardır ünlü saraylarını,
Kentleri Kromna, Aigialos, yüksek Erythinoi'dur.
( İliada II. bölüm, 851)

Paflagonia Projesi'nin uğur getiren logosu

Veneto Bölgesinden Batı Karadeniz Bölgesi'ne
Köklere Dönüş
Paflagonia Projesi


*** **** ***** ******* ********** **************

Hayalleri geliştiren sembollerdir. Paflagonia Projesi oluşurken de bir logo yaratma fikri öne çıktı. Bu logo, hem İtalya'da, hem de Türkiye'de gerçekten çok büyük başarı sağladı ve bu yolculuğun sembolü olarak gazetelerde yayınlanan sayısız haberde kullanıldı. Ayrıca da Bartın ve Fontaniva'daki meydanlarda 5x 2 metre büyüklüğünde resmedildi.
Bu logoda neler yer alıyor? Solda, doğuya doğru, yani Küçük Asya'ya, köklerinin bulunduğu topraklara, Antik Paflagonia'ya doğru pedal çeviren iki modern bisikletçi ( diğer bir deyişle "demir atlı"-Ç.N.) bulunuyor. Sağda ise, Homeros'un pek çok kez sözünü ettiği gibi at yetiştiriciliği ile ünlenmiş ( Demiratlılar da denen -Ç.N.) antik Venetlerin geleneksel sembolleriyle bir Paleovenet savaşçısını atının yanında görüyoruz. Savaşçı, batıya doğru yönelmiş, yani efsanevi Troia savaşında Paflagonia'dan çıkarak Troialılara yardım amacıyla yollara düşen antik Venetlerin gittiği yöne...
Bu logo, İtalyan mimar ve baş grafiker Giuliano Basso tarafından hazırlanmıştır.

*** **** ***** ******** ************ ****************

&&&& &&&&& &&&&&

Bugün hala tartışılan konu...

Günümüzde hala Homeros'un gerçekten yaşamış bir kişilik olup olmadığı, bu eserlerin ona ait olup olmadığı ya da bunların diğer bazı ozanlar tarafından yazılmış dizelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş olup olamayacağı tartışılıyor. İliada'yı ve Odysseia'yı gerçekten o yazdıysa ( aslında bu dizelerin tek bir büyük ozanın elinden çıktığı sezilebiliyor), bu takdirde kesinlikle ifade edilebilir ki; Homeros, en ince detayına kadar tasvir ettiği o dönemde, yani günümüzden 3200 yıl öncesinde, M.Ö. 1200'lerde yaşamamıştır. Çünkü, dilbilimciler ve tarihçiler İliada'nın da Odysseia'nın da M.Ö. 9.y.y.da yaratıldığı konusunda hemfikirdir. (Bir başka deyişle, İliada ve Odysseia ile olaylara konu edilen Troia savaşı arasında yaklaşık 400 yıllık bir fark ortaya çıkıyor. - Ç.N.) Troia savaşının yaşandığı dönem İliada'da olağanüstü muhteşem tasvir edilir ve İliada Batı dünyasının büyük bir bölümünde okullarda ders olarak okutulur.
O dönemde sayısız "anlatıcı" bulunuyordu. Sözlü geleneği sürdüren bu ozanlar, geçmişin destanlarını yeni nesillere çok titizlikle ve tamamen aslına bağlı kalarak, ama biraz da şiirsel ve fantezi ögelerle zenginleştirerek aktarırlardı.

&&&& &&&&& &&&&&&&&

Anlatılanlara güvenilmeli mi?

Homeros'un bize anlattığı Paflagonialı Henetler ve tek tek adlarını verdiği yerleşimlerle ilgili bilgiler doğru mudur? Bizim yolculuğumuzun amacı Schliemann'ın yaklaşık yüz yıl önce yaptıklarıyla ilgili değildir. Bu sadece, Homeros'un İliada'sını son sayfasına kadar okumuş olanların, onun bu destanını nasıl oluşturduğunu anlama merakı olabilir.
Yaklaşık 3000 kilometrelik bu bisiklet yolculuğu sadece tarih, kültür ve macera adına, efsaneye göre 3200 yıl öncesinde şimdi yaşadığımız bölgeye (İtalya'nın kuzeyinde, Veneto bölgesinin Padova şehri - Ç.N.) göç eden antik Venetlerin anayurdu olan Paflagonia'ya ulaşmak amacıyla yapılmıştır.

Ziyaret ettiğimiz yerler ...

Homeros'un da sözünü ettiği yerleri ziyaret ettik; Citoro, Sesamo, Cromna, Egialo, Parthenios Nehri, Eritini Tepesi. Bu bölgelerin güncel adlarını bulmak öyle kolay olmadı. Ama, sonunda bunu başardık. Artık biliyoruz; Homeros'un antik Citoros'u şimdinin Gideros'u, Amasra antik Sesamos'un yeni adı, Kurucaşile Cromna ve Parthenios Nehri üzerine kurulu kent de Bartın'dır. Bu bölgeler, günümüzde Türkiye sınırları içinde yer alır ve büyük bölümü Karadeniz sahilindedir. Çoğu da henüz uluslararası turizmin gözdesi olmamış durumda.
Bizler, 3000 yıl öncesinden bir iz bulabildik mi? Biz burada son derece misafirperver insanların yaşadıkları bir dünya bulduk. Çok şaşırtıcı biçimde, Homeros'un bir bir zikrettiği yer isimlerinin buraya ait yerel tarih kitaplarında bulunan isimlerle aynı olduğunu doğruladık. Homeros'un tanımladığı bir çok yerin buradaki bazı bölgelerle bire bir uyduğunu saptadık (L'Alta Eritini ve Faraglioni Rossi şimdiki Çakraz'ın yakınlarında bulunuyor.) Homeros veya o dizeleri yazanlar her kimse, mutlaka bu yerleri görmüş olmalılar.
Bizler, Paflagonialı Henetler denen atalarımıza ait kemikleri bulamadık. Ama zaten, kültürel ve sportif özellikler taşıyan ve atalarımızı sembolik olarak anmak amacıyla planladığımız bu yolculuğa çıkarken bu yönde en ufak bir hayalimiz bile yoktu. Ayrıca, bizim bu yolculuğumuz kesinlikle bilimsel ve arkeolojik bir iddia taşımıyordu. Yine de, antik Venetlerden çok söz ettik. Bu da az bir şey değil ...

Medyada antik Venetlerden söz ediliyor ...

Yolculuğumuzun sonunda ve takip eden aylarda hem Türkiye'de hem İtalya'da, gazetelerde 80 civarında makale yayınlandı. İlk olarak, İtalya'nın en çok satan gazetesi Corriera della Sera'nın ana sayfasında 12 temmuz 2001 günü Gianantonio Stella imzasıyla bir haber yayınlandı. Sonrasında da bizim bu ilginç projemize yer veren sayfalar birbirini izledi. İtalya'da Tg 3'te ve diğer yerel televizyon kanallarında röportajlarla birlikte verilen haberler yayınlandı. Türkiye'de de konuya geniş yer verildi, ulusal gazetelerin ilk sayfalarında sayısız haber yer aldı, televizyonlarda yayınlar yapıldı.

Antik Venetlerin ataları yola gerçekten Paflagonia'dan mı çıkmıştı?

Kaynaklarda, özellikle Karadeniz'in sarp ve güzel kıyılarından, vadilerinden yola çıktıkları mı anlatılıyordu bizim atalarımızın, yani genellikle Veneto bölgesinin Este ve Padova yöresine yerleşen antik Venetlerin? Biz, bu konuda defalarca "belki" ve "kim bilir?" kelimelerini kullanmak zorunda kaldık. Böylesine "uzak" geçmişe ait bir öyküyü anlatmak için bunu yapmak zorundaydık. Ama gerçek olan bir şey vardı ki; o da son dönemde yapılan genetik araştırmalar bize merak uyandıran işaretler sunuyordu ve bu konunun araştırmaya değer olduğunu gösteriyordu.

Herkes aynı fikirde değil ... ( Tarih uzmanlarını tartışmaları)

Antik Venetlerin orijini ile ilgili daha başka hipotezler ( ki bunların arasında bizim projeye tamamen ters düşen ama son derece ilgi çekici varsayımlar) de vardır. Mesela, bazı hipotezlerde Veneto bölgesinin en eski yerleşimcilerinin orta Avrupa ( yani Berlin, Danzik, Polonya toprakları) kökenli olduğu ve burada kurdukları medeniyetin " çömlek uygarlığı" olarak adlandırıldığı bildiriliyor. Ve şimdiki Veneto bölgesinin halkının tarihi sorgulanıyor.

Loredana Capuis, Venetler adlı kitabında Paleovenetler ile ilgili bilgiler üzerine son dönem ve geçmiş tarihini ve yorumları aktarırken antik dönem geleneklerini ve mitolojiyi öğrenmenin tarih yazımında çok önemli olduğunu iddia eder.

Bu noktada, Padova'nın kurucusu ünlü Troialı Antenor miti ( onun öyküsü Roma'nın kurucusu Troialı Aeneias miti ile son derece benzerlik taşır) efsane de olsa tamamen uydurma da olsa okunmaya değerdir. Venetler doğunun , insanlık tarihinin en büyük ilk uygarlığının beşiği Küçük Asya'nın mı, tarihte çok az değinilmiş olduğu gibi orta Avrupa'nın mı evlatlarıdır, yoksa Veneto topraklarında prehistorik dönemin sislerinin içinden mi çıkmışlardır tarih sahnesine. Hani ormanlarda mantarların birden bire çıkıverdiği gibi ...

Konuşuyoruz, konuşuyoruz, hep ondan söz ediyoruz! Sonuçta, bunları konuşmak köklerden, kimlikten bahsetmektir. Nihayetinde gerçekler keşfedilebiliyor mu? "Belki". Belki bir gün, Venetlerin Avrupa veya Asya hatta Afrika'ya kadar uzanan kökleri keşfedilebilecektir.
Evet, şimdiye kadar yüzlerce, binlerce yıl unuttuğumuz, zihinsel, kültürel, etnik ve milli sınırlarımızın içinde kapalı kalanlar bir gün ortaya çıkarılabilecek midir? "Kim bilir?". Venetolu kimliğinin korunmasıyla keşfetmenin cazibesi ikilemine düşüldüğünde Venetlerin daima göçmüş, göçebe bir halk olduğu, dünya vatandaşı oldukları ortaya çıkmasın sakın...

Kim ve ne zaman ?

Yola çıkmak ve yaklaşık 3000 kilometre pedal çevirmek için Bassano del Grappa, Padova ve Fontaniva'dan beş bisikletçi ile üç refakatçiden oluşan ekip hazırdı: Alessandro Bizzotto, Stefano Bonamin, Giuseppe Pavan, Giovanni Rebellato, Flavio Spiga, Giuseppe Forti, Ugo Silvello ve Aladino Tognon.
Ana sponsor, Fontaniva'da amatör ve yarış bisikletleri için aksesuar üreten ve restore edilmiş tarihi Serciari Ocakları'nda faaliyetini sürdüren Elite firması oldu.

Organizasyon için destek, İtalya'nın Cittadella Rotary Kulübü ile işbirliği yapan Türkiye- Suadiye Rotary'den geldi. Rotary kulüpler Ağustos 2001'de yaklaşık bir ay süren yolculuğumuz boyunca tüm konaklama noktalarında; Fontaniva, Padova, Este, Bologna, Toscana bölgesi ( Veneto alfabesinin orijini Etrüsk alfabesidir), Volterra, Terni, Pescara, san Severo, Bari, Brindisi, Çeşme, İzmir, Edremit, Troia, Çanakkale, Bandırma, Bursa, Adapazarı, Bolu, Amasra, İnebolu, Kastamonu, Safranbolu ve Bartın'da bize hep yardımcı oldular. Sonraki iki yıl içinde bu projeye destek vermek üzere çalışan başkaları da vardı. Fontaniva belediyesi, Padova belediyesi, Padova vilayeti, Venedik bölge yönetimi, Padova Arkeoloji Müzesi ve oranın müdürü Dr. Girolamo Zampieri himayesinde çalışmalarımız ilerledi.

"Neden"lerin nedeni : Evrensellik ile kimlik arasında bir yolculuk
... neden bir tarihe sahip olduğunu bilen insan insandır
her birimiz birilerinin soyundan gelmişizdir çünkü...
Evet, Venetlerin de büyük bir geçmişi vardır. Çok büyük çatışmalar ve barışlarla dolu ... Onlar, gurur duydukları bir kimliğe sahiptir ... Venetlerin "çok uzak" geçmişi tüm dünyaya açılır; pek çok uygarlığın beşiği Küçük Asya'ya ya da belki kuzey Avrupa'ya ... "uzak" geçmişleri Veneto'dur .... ve "yakın" geçmişlerinde Amerika'ya ve diğer bazı ülkelere göçler vardır .... Bu halkın tarihinde kimliklerinden dolayı duydukları gurur ve dünyaya açık olmanın getirdiği zenginlik vardır.

Biraz da antik dönem tarihi

M.Ö. 1180 civarında yaşanan Troia savaşı döneminin en büyük olayıydı. Troialılar, şimdi İstanbul ve Çanakkale Boğazı olarak adlandırılan yerlerin çok yakınına yerleşmişlerdi. Karadeniz kıyılarının halkı ile ticareti sağlayan bütün gemiler haliyle bu boğazlardan geçmek zorundaydılar. Özellikle Yunanistan'a yakın topraklarda yaşayan halk, bu boğazlardan geçebilmek için Çanakkale Boğazı'nın hakimiyetini elinde tutan Troialıların koydukları vergileri ödemek zorundaydılar. Büyük ihtimalle savaşın gerçek nedeni buydu. Ya da, belki Yunanlıların yağmaları ve akınları söz konusu olmuştur.
Troia savaşı, antik Yunan'ın bir çok kentinden pek çok lideri ve halkları, yine aynı şekilde günümüz Türkiye'sinden, Küçük Asya'dan bir çok halkı, bir çok komutanı bir araya getiren bir savaş olmuştu. Homeros, dizelerinde tüm bu olayları anlatmıştı. Savaşı anlatırken de, neden olarak çarpıcı bir unsur yerleştirmişti destanına; Sparta kralı Menelaos'un güzeller güzeli karısı Helena'nın kaçırılması... Helena'yı Troia kralı Priamos'un oğlu Paris kaçırmıştı. Böylece de, Homeros'un anlattıklarına göre, Troialılar ile Yunanlar arasında bir savaş nedeni oluşuvermişti.
Homeros, bu olaylar hakkında 24 kitap yazdı. Bunların ikincisinde ( bir rüya ve gemilerin listesi) bu savaşta yer alan liderlerle halkların detaylı bir sıralaması yapılmıştır. Beş dizede, Paflagonia'dan, buradaki nehirden ve beş kentten gelen bir halktan söz edilir. Bu halk, sonradan Troia surlarının altında öldürülecek olan Pleimene isimli güçlü bir savaşçı tarafından kumanda edilmekteydi. Enetler (ya da Venetler- Roma dönemi tarihçisi Titus Livius ve epik şair Vergilius da yaklaşık bin yıl sonra onlardan bu adlarla söz ederler) Pleimene'nin ölümünün ve savaşın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından bir başka savaşçının komutasında batıya doğru göç ederek Adriyatik'in en kuzeyine, antik dönem tarihçilerine göre kuzey İtalya'ya, şimdiki Padova'nın bulunduğu topraklara ulaştılar. Günümüzde Padova vilayet binasının önünde bulunan Antenor Mozolesi (lahdi) bu efsanenin bir uzantısı olarak görünür.

İnanılmaz gibi görünen bir hikaye

Paflagonia yerleşimcilerinin bu öyküsü inanılmaz görünebilir. Homeros onlardan Enetler veya Enetoi diye bahseder. Bu antik kaynaktan bütün Yunan ve Latin tarihçiler esinlenmişlerdir ve Veneto halkının orijinini bu şekilde açıklamışlardır. Bu öyküye inanmak zordur!
İnanması güç olan, Homeros'un gerçekten var olup olmadığıdır ( antik kaynaklara göre o Kios doğumlu kör bir ozandır). Eğer, Homeros ( ya da İliada'yı her kim yazdıysa) gerçekten yaşadıysa bile tüm kişilikleri, olayları, yer adlarını tek tek anarak böyle bir öykü yazdığına inanmak güçtür. Oysa ki, sonrasında, bir buçuk yüz yıl kadar önce, 1800'lerin 20'leri ve 30'larında neredeyse kelimesi kelimesine ezberleyerek İliada'ya tutulmuş bir Alman ortaya çıktı. Homeros'un kahramanlarını hayallerinde yaşatan bu genç, bu dizelerdeki ordulara ve savaşçılara, deyim yerindeyse, aşık olmuştu. Onun adı Heinrich Schliemann'dı. (1822-1890)
Ticarette çok başarı kazanmış, çok zenginleşmiş biri olarak, Homeros destanı aşığı genç bir amatörün rüyalarını gerçeğe döndürmeye kararlıydı. Onun rüyası; Homeros'un tasvir ettiği Troia şehrinin gerçekte nerede olduğunu bulabilmekti.

Binlerce yıl önce tahrip edilmiş bir şehrin keşfi

Schliemann'a araştırmalarında rehberlik eden, çocukluğundan beri hayranlık duyduğu bir kitaptı; Homeros'un İliada'sı. Troia savaşındaki olayların ve yerlerin tasvir edildiği dizeleri temel alan Schliemann, günümüz Türkiye'sinin kuzey batı düzlüklerinde yükselen bir tepede, Hisarlık tepesinde, Homeros'un tanımına tıpa tıp uyan bir noktayı belirleyerek kazı çalışmalarına başladı. Dönemin arkeoloji uzmanları, İliada gibi bir savaş destanının peşine takılıp, kazdığı yerde arkeolojik bir buluntunun olabileceğine ve bir şehrin gün ışığına çıkarılabileceğine inanarak işaretler arayan birine biraz deli gözüyle bakmış olmalılar.
Schliemann, kazmak için, dönemin tüm arkeologlarının oy birliğiyle kayalık burnun üzerinde, Yunanların kamp yerinin14 kilometre ötesinde, Pınarbaşı'ndaki tepede olduğuna dair görüşlerinin aksine, tam da denizden 5 kilometre içerde bulunan Hisarlık tepesindeki bu noktayı seçmişti. O haklıydı!
Onun kazıları sonucunda, antik Troia kenti gün ışığına çıktı. Gerçi o, burayı Priamos'un Troia'sı olarak nitelendirmişti, yani dokuz katmanlı kentin VII-a'sı olduğunu düşünmüştü. Oysa, ele geçirdiği buluntular daha eskiye II. döneme aitti.
Heyecanı müthişti... Kazılarında Troia kralı Priamos'un mezarına ait olduğunu düşündüğü muhteşem bir hazine bulmuştu. Mutluluktan uçtuğu o kazı gününde bir bahaneyle tüm kazı ekibini evlerine gönderdi, tüm hazineyi tek tek toplayıp kulübesine taşıdı, genç ve güzel Atinalı karısını yanına çağırdı ve onu Priamos'un mücevherleriyle donattı.
Bu olağanüstü keşif ona hayli ün kazandırdı ve İliada'da Homeros tarafından anlatılanların aslında güvenilir gerçekler olduğu konusunda ona kuşkuyla bakan insanların gözlerini açtı...

İkinci Bölüm

İtalya'dan Türkiye'ye Bisiklet Yolculuğu
"PAFLAGONİA PROJESİ"

Köklere Dönüş
Bir spor, kültür ve macera yolculuğu

2974 Kilometrelik yolu pedal çevirerek kat eden beş bisikletçiyle onlara yol boyunca eşlik eden üç kişiyi finalde muhteşem bir sürpriz bekliyordu ... ama şimdi her şeyi sırasıyla anlatalım!
Daha önceki anlatımda, yani ilk bölümde bu yolculuğun nedenleri tanımlanmıştı. Şimdi, bu yolculuğu, organizasyonunu ve nasıl geliştiğini anlatalım.
Organizatörler daha en başından, iki ülkeyi kapsayan, Ağustos ayında bisikletlerle yaklaşık bir ay sürecek olan ve sekiz kişiyle gerçekleştirilecek bu yolculuğun hiç de kolay bir iş olmadığını biliyorlardı. Bunun için bir çok şey yapmak gerekiyordu: bağlantılar kurmak, anlaşmalar yapmak, bütçe oluşturmak, güzergah belirlemek, konaklama yerlerini seçmek, gecelemeyi ayarlamak, görüşmeleri düzenlemek, basınla kontakt kurmak, sponsor bulmak, eşlik edecek tercümanları belirlemek...

Emeği geçenlerden bazıları

Hazırlıklar bir yıl öncesinden başladı. Bu yolculuğu gerçekleştiren sekiz arkadaşla organizasyonda yer alan kişiler dışında diğer bazı önemli isimler de vardı. İşte onlar...

" Çok ilginç bir fikrim var... Paflagonia'ya bir yolculuk!" Organizatörlerden biri olan Amerigo Sartore, bu yolculuğu dostu Müjdat Yeşildağ'a ilk kez böyle anlatmıştı. Sartore, sahibi olduğu Elite firmasıyla İtalya'nın Padova bölgesi işadamlarından biridir. Elite, sportif ve amatör bisiklet aksesuarları imalatında Avrupa ve İtalya'nın lider kuruluşları arasında yer alır. Müjdat Yeşildağ, İstanbul ve Bursa'da faaliyet gösteren bir işadamıdır ve bu yolculuğun Türkiye'deki bölümünü desteklemiştir. Yeşildağ, ulaşım araçlarının akustik sinyalizasyonu için parça üreten bir firmanın sahibidir. Ve İtalya ile de ticari ilişkileri bulunmaktadır. Türk yetkililerle bağlantıyı sağlamış ve Çeşme'den Bartın'a 1700 kilometrelik yolda kolaylaştırıcı görevini üslenmiştir. Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Bartın milletvekilidir. Paflagonia projesi'nin tüm etaplarında bizlere eşlik ederek önemli bir organizatör ve içten bir yardımcı olmuştur. Emel Ege, başlangıçta sadece bir tercüman olarak ama sonrasında bu projenin devamı için çok değerli çabalar gösteren, ülkesinin ve Venedik'in tarihine tutkun bir eczacıdır. Rıza Yalçınkaya, bu yolculuğun son durağı olan Bartın'ın belediye başkanıdır. Müthiş enerjik, Paflagonia Projesi'nin ortaya çıkışından itibaren aktif rol almış, geliştirilmesine önayak olmuş bir kişidir. Bartın'da bize muhteşem bir karşılama töreni hazırlamıştır.

Projenin tanıtımı

12 Temmuz 2001 günü, İtalya - Padova'da Amerigo Sartore'nin sahibi bulunduğu Fontaniva Elite tesislerinde T.C. Kültür Bakanlığı müsteşarı Fikret N. Üçcan'ın ve diğer resmi yetkililerin katılımıyla projenin kamuoyuna tanıtımı yapıldı. Yüzün üzerinde davetlinin katıldığı törende iki ülke milli marşları çalındı, katılımcılar konuşmalar yaptı.
20 Temmuz 2001'de, bu kez İstanbul'daki büyükelçilik ikametgahında, ( yani Venedik Sarayı'nda - Ç.N.) İtalya'nın Ankara büyükelçisi başta olmak üzere bir çok Türk ve İtalyan yetkilinin hazır bulunduğu törenle projenin Türkiye tanıtımı yapıldı. Basın ve televizyon ekipleri bu toplantıyı izlediler ve konuya geniş yer verdiler.

Ve start veriliyor...

29 temmuz günü, Fontaniva belediye başkanı Luciana Bertoncello'nun halkın ve gazetecilerin huzurunda kurdeleyi kesmesinin ardından ekibimiz Veneto'dan çıkış yaptı.
İtalya'da; Fontaniva, Antenor'un mezarının bulunduğu Padova, Veneto alfabesinin oluşmasında etken olan Etrüsk uygarlığının beşiği Toscana, Volterra, Terni, Pescara, San Severo, Bari, ve Birindisi. Buradan feribotla yapılan bir yolculuğun ardından,
Türkiye'de; Çeşme, İzmir, Edremit,(Paflagonialı atalarımızın uğruna yıllarca savaştığı- Ç.N.) Troia, Çanakkale, Bandırma, Bursa, Adapazarı, Bolu, Roma dönemi kalıntıları ve korunaklı limanıyla Karadeniz'in incisi Amasra, İnebolu, Kastamonu ( ve bu bölgede çok daha önemli olan ama fazlaca tanınmayan Pompeipolis kenti- yeni adıyla Taşköprü), iyi korunmuş Osmanlı mimarisiyle antik yerleşimin muhteşem armonisini sunan bir mücevher kutusu gibi duran hoş iklimli Safranbolu ve nihayet Homeros'un dizelerinde sözü geçen Parthenios ırmağı kıyısındaki güzel evleri ve konuksever halkıyla bizleri karşılayan Bartın.

Rakamlarla yolculuğumuz

Bisikletlerle kat edilen mesafe: 2974 km.
Hava sıcaklığı: 35-40*C
Teknik sorun: 7 kez bisiklet lastiği patladı
Sporcuların önceki aylarda yaptığı hazırlık: Her bir bisikletçi 3-7.000 km. arası antreman yaptı
Etaplar: Ortalama 150 km, en fazla 230 km/gün
Düzlüklerde ortalama hız: Saatte 28-30 km.

Yolculuktan notlar... acısıyla, tatlısıyla

Bu yıl, 2001'de, İtalya'dan, Triveneto'dan yola çıkanlar sadece Paflagonia Projesi'nin sekiz üyesi değildi. Ayrıca, iki ekip daha buradan çıkış yaptı. Bunlardan biri; Venedik'ten Pekin'e kadar, ünlü gezgin Marco Polo'nun izini sürerek ve Türkiye'nin kuzey kıyılarından geçerek 8000 kilometre yol katetti. Üç bisikletçi ile gazeteci ve yazarlardan oluşan diğer ekip ise, İtalya'nın doğusundan hareketle eski Yugoslavya topraklarından geçerek Yunanistan üzerinden İstanbul'a ulaştı.
İtalya'dan Türkiye'ye yapılan bisikletli turlar bu yıl için bunlardı. Bunlar sadece birer "yolculuk" muydu? Bu yolculukların amacı neydi ? Belki de, her insanın içinde hala bir Ulisse vardı... keşfetme arzusunda olan, kendi sınırlarını aşmaya çalışan, hep daha uzaklara gitmeyi arzulayan. Bu yolculuk, evrende, tarih içinde ve kendi içimizde yapılan bir "yolculuk" oldu.
Yolculuk esnasında bazı sorunlarla da karşılaşıldı elbet. Yolculuğumuzun ikinci gününde, henüz İtalya'da, Toscana'da iken hırsızlar tarafından ziyaret edildik. Hırsızlar, bazı evrakları, paramızı ve fotoğraf ve video malzemelerimizi götürmüşlerdi. Şimdi tüm yolculuk riske girmişti!
Bu olay ekipte bir umutsuzluk yarattı. Ama sonra enerjimizi toplayıp bu sorunun üstesinden gelmeye ve yolumuza devam etmek için yeniden organize olmaya başladık. Yolculuğumuzun tek olumsuzluğu bu değildi. Başka şeyler de yaşadık. Bunu, bir bisikletçimizin yuvarlanıp düşmesi, motorun arızalanması, bisikletçilerimizden birini gözünün iltihaplanması.... gibi olaylar izledi. Ama yiyecekler konusunda hiçbir sorun yaşamadık.

Karşılaşmalar / tanışmalar / buluşmalar

Yolculuk, insanlarla karşılaşmak demektir. İtalya ve Türkiye'de kat ettiğimiz uzun yol boyunca bir çok insanla ve "neden Paflagonia Projesi" sorularıyla karşılaştık. Her akşam, her kente ulaştığımızda, yerel Rotary Kulüp üyeleri tarafından karşılandık ve akşam yemeklerinde ağırlandık.
Rotary 1905'te U.S.A.'da Paul Haris tarafından kurulmuş uluslararası bir cemiyettir. Dünyanın 160 ülkesinde 30.000 kulüple çok yaygın bir ağ oluşturmuştur. İnsanlar ve cemaatler arası ilişkilerde dayanışmayı amaçlar. Ayrıca, işbirliği, paylaşım, barış, yardım, hizmet birimleri vardır. Biz, bu yolculuğumuzda İtalya'dan, Padova'nın Cittadella Rotary Kulübü'nden ve Türkiye'den, ( İstanbul- Suadiye ve - Ç.N.) Bartın Rotary Kulübü'nden destek aldık. Rotary'ler ile yol boyunca gerçekleştirilen buluşmalarda bu yolculuğun detayları anlatıldı. Misafirperverlikleri, bizlere verdikleri destek ve yüreklendirmeler kadar güzeldi. Uzun yol boyunca karşılaştığımız insanlarla pek çok duyguyu paylaştık, armağanlar alıp verdik, konuşmalar yaptık. Gittiğimiz şehirlerin meydanlarında törenler düzenlendi, ikramlar yapıldı, köylerde öğle yemekleri yenildi. İçeceklerin en güzeli "ayran"dı. Yoğurdun tadı hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak kadar güzeldi. İtalyan pizzasına benzeyen pide dışında, her çeşidiyle kebabın lezzetini keşfetmek muhteşemdi.

Manzaralar

Ağustos ayında Çeşme'nin sıcak sokaklarından Karadeniz'e kadar olan yol boyunca, tüm güzergah meyve ağaçlarıyla bezenmişti. Türkiye'nin meyveleri güneşin armağanı olan muhteşem bir lezzete sahipti. Bursa yolunda şeftaliler sanki ekibimize gülücükler saçtılar. Ve sonra, Bandırma ve Bolu yolundaki o lezzetli kavunlar... Tüm öğle ve akşam yemeklerinde sofraları süsleyen karpuzlar renkleriyle adeta şenlik yaratıyordu.
Bisikletçiler için tek dayanılmaz şey asfaltın bazı bölümlerinin mıcır kaplı olmasıydı. Yoldaki bu iri taşlar onların işini hayli zorlaştırıyor, bisikletlerde vibrasyona neden oluyordu.
Ama manzara çok farklıydı; Karadeniz'in kıyılarının sert kıvrımlarındaki manzaranın huzuru büyük kentlerin yoğun trafikli banliyölerinden çok farklıydı. Her virajı döndüğümüzde karşımıza aniden çıkıveren, gökyüzüyle denizin mavisi ile yeşilin o muhteşem buluşmasını gözler önüne seren manzaranın güzelliği bizi büyülüyordu.

Bisikletçilerin sportif performansı

Bisikletçilerin bu uzun yol boyunca gösterdikleri performans çok başarılıydı. Günde ortalama 150 km. pedal çevirdiler. Hatta, zaman zaman bu mesafe 230 km.ye kadar bile çıktı. Ağustos ayındaydık ve sıcaklık 41*C'ye kadar ulaşabiliyordu. Günlük su tüketimi düzlüklerde 7-8 litreye, tırmanışlarda ise 12 litreye kadar çıkıyordu. Ortalama hız düzlüklerde 28-30 km. arasındaydı. Bir de, fiziksel güçlüklere dayanmayı gerektiren psikolojik baskı vardı. Ayrıca, bu uçsuz bucaksız yollarda, sarp yokuşlarda kendini daha çok hissettiren, ailelerden ve evden çok uzaklarda olmanın hüznü yaşanırken ekip ruhunu ve motivasyonu sağlamanın psikolojik baskısı da yaşanıyordu. Sonunda, böylesi bir projeye damgasını vurmanın ve başarmış olmanın gurur kaldı bu yorgun bedenlere...
Mitolojide, antik dönemde, atlarıyla ünlenmiş olan Paflagonialı Enetler ( Venetler ya da Henetler de diyebiliriz- Ç.N.) Karadeniz'den ( Anadolu'nun Batı Karadeniz kıyıları kastediliyor - Ç.N.) yola çıkarak önce Troia'ya, sonra da denizden İtalya topraklarına, Veneto'ya kadar ulaşmışlardı. Şimdi de günümüz Veneto'sunun bu insanları, atalarının izlemiş olduğu bu yolu " demir atlarıyla" yani bisikletleriyle ters yönde tamamladılar. Bu, bir çemberin etrafında dairesel bir rota izlenmesi ve sembolik olarak çemberin tamamlanması gibiydi. "Kuzenler" (basında onlardan hep böyle söz edilmişti - Ç:N.) 3200 yıl sonra ata topraklarına geri dönmüşlerdi, tam da onların izlediği yolu ters yönde izleyerek...

Antik Wilusa - İlion - Troia

Çehresi sert ifadeliydi; beyazlaşmış saçlar, güneşten bronzlaşmış bir yüz, güçlü bir beden... Tüm bunlar, nazik, ölçülü, kibar bir Alman'ı tanımlıyordu. Bizi şaşırtan; Almancasının yanında Türkçe, İngilizce, Fransızca, Grekçe ve Latince de konuşuyor olmasıydı. Bir süre sonra onun İtalyancayı da anlayabildiğini fark ettik. Evet, o Korfmann'dı, Manfred Korfmann. O, yine kendisi gibi bir Alman olan Heinrich Schliemann'ın Homeros'un antik kenti Troia'sını keşfe çıktığında yaptığı gibi, 13 yıldır Hisarlık tepesinde kazı çalışmalarını sürdüren ekibin lideri olan Korfmann'dı.
Bu bilim adamı, meslektaşlarıyla birlikte yaklaşık 30 kişilik bir gurupla beraber bizi son derece sıcak karşıladı ve gazetecilere röportaj fırsatı verdi.
Burada yolculuğumuzun en güzel anlarından birini yaşadık. Troia, yolculuğumuzun duygusal anlamda en çarpıcı noktasıydı. Troia, Küçük Asya'nın yani Anadolu'nun, Türkiye'nin, Troas bölgesinin bir kentiydi. Ama o, aslında dünyaya mal olmuş bir kenttir ve doğu kültürüne aittir. Homeros, o büyük destanında (ya da buna "tarihi roman" diyelim) Troia'yı tüm insanlığa mal olmuş bir dünya kenti yapmıştır.
Biz Korfmann'a yolculuğumuzun bir sonraki etabını anlatırken, o da bize son arkeolojik keşiflerinden söz ediyordu. O sırada, Korfmann'ın meslektaşlarından İndiana Jones'u hatırlatan şapkası, sıcak gülüşü, keskin yüz hatlarıyla Amerikalı Profesör Brian C. Rose'un bize son derece mükemmel bir İtalyanca ile rehberlik yapması hepimiz için harika bir sürpriz oldu.

Ve final ...

17 Ağustos 2001 günü, yolculuğumuzun sembolik varış noktası olarak seçmiş olduğumuz Bartın sınırına, yani Paflagonia'ya ulaştığımızda gurup içinde garip bir sessizlik oldu. Bartın 40000 nüfusuyla hoş bir canlılığa sahipti. Halk, resmi görevliler, gazeteciler, memurlar, işadamları ve Rotary üyeleri başarıları ve nezaketleriyle hafızalarımızda yer ettiler. Onların ekibi bekleyişi esnasında da garip bir sessizlik vardı. İşte, nihayet geliyorlardı... son virajı da döndüler ve ....
Gözümün önünde hep o bulvar ve sokaklar var ... Sokaklar, beş bisikletçinin varış anını görebilmek için izdiham yaratan olağanüstü kalabalık tarafından trafiğe kapatılmıştı.
Ekip köşeyi döndüğünde halk çılgınca alkışlamaya, onları selamlamaya başladı. Yolun iki yanındaki binaların pencerelerinden renk renk konfetiler serpiliyordu. Duygular doruğa çıkmıştı. Bu sekiz kişi bu son anı asla unutamayacaklardı.
Yolun sonunda onları bekleyen bir gurup insan oturuyordu. Onlar, Kültür Bakanı İstemihan Talay, Enerji bakanı Nami Çağan, hem ülkesinin tanıtımını yapabilmek için çırpınan hem de projenin başından beri çalışmalara destek veren ve bu amaçla İtalya'ya da gelmiş olan milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu, diğer sevgili milletvekili Hadi Dilekçi, Amasra ve Kurucaşile'nin saygıdeğer belediye başkanları, bir volkanı andıran müthiş enerjisi ile bizleri kendine hayran bırakan Bartın belediye başkanı Rıza Yalçınkaya, hepsi oradaydılar. Rıza başkana biz " no problem!" yani "sorun yok!" diye takılıyorduk. Çünkü o, bu proje gerçekleştirilirken karşılaştığımız her sorunu " sorun değil" diyerek halletmeyi başarmış bir insandı. Orada bizi bekleyenler arasında tabii ki Bartın Rotary'den ( başta Suadiye olmak üzere Türkiye'nin çeşitli Rotary Kulüplerinden üyeler de yaklaşık yüz kişilik bir ekiple oradaydılar- Ç.N.) dostlarımız vardı. Yanlarında da İtalya'dan kalkıp buralara kadar gelen Cittadella Rotary Kulüp üyesi ( Guvernör Alvise Farina ve eşi ile birlikte17 kişi- Ç.N.) dostlarımız yer alıyordu.
Biz sekiz arkadaş, bisikletlerden, motorsikletten ve karavandan iner inmez bir sevgi çemberiyle sarıldık. Konuşmalar, röportajlar, alkışlar, kucaklaşmalar, ikramlar, fotoğraf çekimleri ... Bunları Türk ve İtalyan milli marşlarının çalınması izledi. Bizler hep bir ağızdan marşlara eşlik ettik. Muhteşem duygulanmalar yaşadık. Türk ve İtalyan yetkililerin konuşmalarının ardından biz vazolar içinde getirdiğimiz değişik bölgelerden toprakları Bartın belediyesine verdik, onlar da bize Paflagonia toprağından örnekleri hediye ettiler. Bu, her iki ülke halkı için de her türlü din, dil, kültür ve kıyafet farklılığının ötesinde, dostluğu, kardeşliği vurgulayan sembolik bir değiş tokuş töreniydi.
Kafkaslar'ın ve Anadolu'nun pek çok yöresinden halklar, tüm Avrupa'nın ataları bu topraklarından geçip gitmişti. Avrupa'nın verimli ovalarında tarımı öğreten Mezopotamya ve Afrika kökenli halklar, sınırların olmadığı antik çağlarda hep bu topraklardan geçiş yapmıştı. O dönem, " insanların sadece İNSAN olduğu" zamanlardı. Bu, belki de gelecekteki Avrupa Kardeşliği için bir simge olacaktır.

Üçüncü Bölüm

Paflagonia Projesi'ndeki Gelişmeler :
Paflagonia Projesi'nden Anadolu Projesi'ne

İTALYA ve TÜRKİYE
Bu iki Akdeniz halkının tarihten bugüne uzanan dialoğu

Bu kez, artık fikirler peş peşe uçuşuyor gibiydi... ve Paflagonia Projesi, yolculuğumuzun sonunda da gündemde kalmaya devam etti, gelişmeler kaydetti...

Padova ve Bartın vilayetleri arasında anlaşma imzalanıyor

Yolculuğumuzu gerçekleştirdikten birkaç ay sonra, İtalya'nın Padova kentinin Cittadella'sında, projemizi destekleyen ilk kişi olan Amerigo Sartore'nin de mensubu olduğu Rotary Kulüp tarafından Panatlon, Lions ve Rotary üyesi olan konuklara yolculuğumuzun detaylarını anlatabilmek amacıyla bir akşam yemeği verildi. Gecede ayrıca, Padova vilayeti temsilcileriyle Vilayet Başkanı Dr. Vittorio Casarin de bulunuyordu.
Bu, Bartın ve Padova arasında sürdürülmesi düşünülen işbirliği konusundaki fikirlerin tanıtımı için de iyi bir fırsat oldu. Pek çok gelişmenin ardından, iki merkez arasında arkeolojik, kültürel, turistik ve ticari işbirliği öngören bir protokolün imzalanması fikri doğdu.
Bu aşamada, Padova kültürüyle bağlantılı olarak, Türkiye ile birlikte gerçekleşecek bir başka proje daha ortaya çıktı. Bu kez, Padova Üniversitesi devreye girmişti. Üniversitenin özellikle tarih ve arkeoloji kürsüsü, antik topografi uzmanı Prof. Guido Rosada başkanlığında, Türkiye'nin orta bölgesinde bulunan Niğde'nin Kemerhisar ilçesindeki antik Tyana kenti kazılarını üstlenmişti.
Böylece, Padova yöresi ile tarihi bağlantısı olan bu iki proje birleştirildi ve bir teknik bilim heyeti oluşturularak ( Dr. Ugo Silvello tarafından - Ç.N.) yeni bir logo hazırlandı. Artık, her iki proje ortak bir adla anılacaktı: Anadolu Projesi.

Logonun anlattıkları

Antenor Lahdi - Bu lahit, aynı adı taşıyan meydanda yer alan Padova Vilayet binasının önünde durmaktadır. Padova şehrinin en önemli sembollerinden biridir. Şehrin efsanevi kurucusu Troialı Antenor adına yapılmıştır. Bu aynı zamanda, Homeros'un İliada'sında sözünü ettiği ve Roma döneminde Titus Livius ile Vergilius'un da belirttiği gibi Antik Venetler'in tarihinin de bir sembolüdür.
Caio Giulio Aquila tarafından yaptırılan Bartın / Amasra'daki Kuşkayası Yol Antı - Bu anıt, taşıdığı özel anlam dolayısıyla seçildi. Çünkü, yolculuk fikrini hatırlatmaktaydı. Bu belki de, bir zamanlar tarihi İpek Yolu'nun bir dinlenme noktasıydı. Ve, Homeros'un da anlattığı gibi antik Venetler'e kadar uzanan bir tarihte burada yaşamış olan Roma varlığının bir sembolü olarak duruyordu.
Şimdiki Kemerhisar, Tyana su kemerleri ve kaplıcalar - Roma dönemi kalıntılarının bulunduğu, M.S. I.y.y.da Tyanalı bilgin ve filozof Apollonio'nun doğduğu yer ve kutsal topraklara ulaşmak isteyen hacıların kullandığı, Anadolu'yu baştan başa kat eden yolun geçtiği topraklar.
Venedik'teki San Marko Bazilikası - Batıdaki Hıristiyan kültürünün, Serenissima Cumhuriyeti'nin, Venedik'in ve Veneto Bölgesi'nin bir sembolüdür. Mimarisi, tüm Venedik yerleşimlerinde olduğu gibi, doğuyla yüz yıllar boyu çatışmalar ve anlaşmalarla sürdürülen güçlü bir ticaretin yarattığı etkiler nedeniyle doğu esintileri taşır. Burada, İstanbul'daki Sultanahmet Camii ( Mavi Cami) ile mimari benzerlikler göze çarpar. Bu, kültürler arası bir Adriyatik - Akdeniz dialoğunun sembolü olabilir. Aynı zamanda da, Avrupa Birliği'ne girme hedefinde güçlü bir dialog imkanı yaratabilmenin, işbirliği arayışının, karşılıklı saygı ve hoşgörünün, barışın ve refahın da sembolüdür.
İstanbul'daki Mavi Cami ( Sultanahmet Camii) - Avrupa ve Asya kıtalarında toprakları olan ve bu iki kıtayı birbirine bağlayan İstanbul'un, geçmişte Yeni Roma diye adlandırılan Konstantinapol'ü yaratan Bizans'ın, doğu Müslüman kültürünün, Osmanlı'nın ve günümüz Türkiye'sinin en güzel sembollerinden biridir. Minarelerinin narinliği ve zarafeti bize çan kulelerini hatırlatıyor. Bazı mimari detayları bütün kültürlerin hoş bir armonisini sunuyor. San Marko Bazilikasi ile bazı benzerlikleri ve yakınlıkları olması akıllara kültürler arası dialoğun ne kadar mümkün olabildiğini getiriyor. Bu güçlü benzerlikler, karşılıklı güvenin Avrupa Birliği hedefinde sağlam dialog fırsatı oluşturabilmenin, işbirliği arayışının, saygı ve hoşgörünün, barış ve refahın da işaretleri olabilir.

Teknik heyetin Bartın'a yaptığı resmi Türkiye ziyareti

28 Haziran - 4 Temmuz 2002 tarihleri arasında Padova'dan yola çıkan bir teknik heyet Bartın başta olmak üzere bir Paflagonia ziyareti daha gerçekleştirdi. Gurup, Padova Arkeoloji Müzesi Müdürü, restorasyon uzmanı bir mimar, Vilayet temsilcisi, bir tarih öğretmeni ve Paflagonia Projesi'nin yaratıcısından oluşuyordu.
7 Günlük ziyarette Türk dostlarımızın bize gösterdiği nazik kabulün ötesinde en önemli konu, Bartın -Amasra karayolu üzerindeki Roma dönemi yol anıtı Kuşkayası oldu. Bartın ve Padova vilayetleri arasındaki işbirliği ile restore edilmeye en uygun yer bu anıttı.
İlk gurup fotoğraflar çekildi, burayla ilgili dokümanlar toplandı ve bu yörenin arkeolojik değerlerini muhafaza eden Amasra Müzesi ziyaret edildi.

Türk delegasyonunun resmi İtalya ziyareti

15 - 20 Aralık 2002'de Bartın'dan bir heyet İtalya'ya, Padova ve Fontaniva'ya gelerek Padova ile işbirliği protokolü imzaladı. İmza töreninde Padova Valiliği Kardeş Kentler Birliği ve Kültür İşleri Danışmanı Dr. Sebastiano Arcoraci, Padova Vilayet başkanı Dr. Vittorio Casarin, Fontaniva Belediye Başkanı Luciana Bertoncello, Borgorico Belediye Başkanı, Bartın Valisi Fatih Eryılmaz, Bartın Belediye Başkanı Rıza Yalçınkaya, saygıdeğer milletvekilleri Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Mehmet Asım Kulak ve Hacı İbrahim Kabarık, Cittadella ve Bartın Rotary kulüplerin temsilcileri ile 2001 ve 2002 başkanları Halil Sami Karakaş ve Hüseyin Bankoğlu ile eşleri hazır bulundular.
İşbirliği protokolü, efsaneye göre Padova şehrinin kurucusu olan Troialı savaşçı Antenor'un lahdinin tam önündeki meydanda bulunan Padova Vilayet Sarayı'nda yaklaşık 40 kişinin katılımıyla imzalandı.

Dostluk ilişkilerini geliştirmek üzere bir gurubun yaptığı Türkiye seyahati

28 Haziran - 5 Temmuz 2003 tarihlerinde bir gurup Padovalı tarafından Bartın'a bir dostluk ziyareti daha gerçekleştirildi. Amacı; Paflagonialı dostlarla yeni bağlantılar kurabilmekti. Ziyaret süresince Bartın Amasra yolu üzerindeki Roma dönemi yol anıtında incelemeler yapıldı ve yeni projenin logosu Türk ve İtalyan dostların ortak çalışmasıyla Bartın'da Gazhane binasının duvarına yaklaşık 5x2 mt. boyutunda resmedildi. Sonuç gerçekten harika olmuştu. Özellikle de, günbatımında güneşin kızıl ışıkları üzerine vurduğunda...
Ayrıca, Bartın ve Amasra'nın en güzel manzaraları, özellikle de Bartın'ın en güzel sembolü olan İnkumu'ndaki çam ağaçlı kayalık Türk ve İtalyan dostlar tarafından turistik bakışla fotoğraf karelerine taşındı. Diğer dokümanter fotoğraflar yörenin sahillerinde, harman yerlerinde ve diğer manzaralarda çekildi.
26 Temmuz- 5 Ağustos tarihleri arasında, bu kez kültür ve turizm amaçlı bir gezi Çanakkale ilinde, antik Troia'ya yapıldı. Bu gezide öncelikli amaç turistik bir ziyaretti ama kültürel bir organizasyona dönüştü.

Wilusa, İlion, Troia: Homeros'un dizelerinde bir savaş ve antik kent
Hatıra defterinden bir yaprak - Arkeolog Prof. Korfmann'la buluşmamız

" İki yıl öncesinden çok da farklı değildi. Belki biraz daha heybetli ama her zaman güler yüzlü ve nazik, biraz da İndiana Jones'u hatırlatıyor. Kazıları finanse eden Crysler'in siyah bir tişörtü, boynuna gelişigüzel takılmış ama romantik bir gezgin havası veren bir fular, açık renkli bol bir pantolon, ayakkabilar ... ayakkabıları kazı yerinde taş toprak arasında dolaşmaktan, tozdan yıpranmış görünüyordu. Oturduğu yerin tam arkasında bir çok çömlek parçası ve çeşitli bitkilerin adı yazılmış plaketler vardı. Homeros'un İliada'sında anlattığı tüm bitkileri burada, kazı alanındaki kamp yerinde yeniden yetiştirmeye çabalıyordu. O, Manfred Korfmann'dı. Antik Troia kazılarının Schliemann, Dörpfeld ve Blegen'den sonraki başkanı.
Hisarlık Tepesi'nde önce, antik Troia'nın kalıntıları ve ünlü Priamos Hazinesi keşfedilmişti. Sonra, ilkinden daha bilimsel çalışmalarla kalıntıların büyük bölümünün ortaya çıkarılması gerçekleşti. Blegen, geçen asrın 30'lu yıllarında yaptığı çalışmalarda Troia'nın büyük bir yangın sonucu tahrip olduğunu belirledi. Korfmann ise, 1988'de Anadolu kültürüne ait büyük bir kentin izlerini keşfetti.
Merak duygusuna karşı koymak çok zor ... değişik ülkelerden 30 - 40 kişilik bir guruba kazılarda başkanlık eden böylesine meşgul bir insanın zamanını çalıyor gibi görünmek de zor... Ama, saat 13.00'ü geçmişti ve açlık kapıyı çalmıştı. Bizi, yani adı "Ege'de tanyeri kızıllığı"nı çağrıştıran çağrıştıran eczacı- tercüman dostum Emel (Altan) Ege ile beni, mutfağın ve masaların bulunduğu büyük barakaya davet etti. Bizi tüm nezaketiyle tüm meslektaşlarına tanıttı. Bunu yaparken, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ziyaretçilerine bir şeyler anlatırken alışkın olduğu doğallığı taşıyordu. Yemekte yan yana oturduk ve bir yandan sohbet ederek yemeğimizi yedik. Çorba, ayran, yoğurt, köfte ... Spartalılar'ı hatırlatan bir masada, Sparta kapları ile Sparta yemekleri ... Gerçeği söylemem gerekirse Troialı olsalar daha iyi olurdu. Yemek yarım saatten fazla sürmedi ve barakadan çıkıldı. Herkesin yoğun olarak çalıştığı bir kampa yaraşır bir şeydi bu ve her yerde hep aynıydı: diğer gelenlerin yemesi için yer açmak, tabak çatalı yıkanmalarında kolaylık sağlamak için ayrı yerlere bırakmak ...
Sonra, dışarıda biraz daha oturduk. Gölgede, bir masanın etrafında, kocaman dalları olan yaşlı meşenin altında Türk çayı içtik. Orada (Türkiye'de) çay hiç eksik olmuyordu. Günde en azından 7-8 bardak içiyorduk.
Hey güzel Allah'ım, bu adam Almanca'dan başka Fransızca, İngilizce, Türkçe, Latince ve Yunanca da konuşuyordu. Hatta, ben İtalyanca konuşurken dediklerimi anladığını da fark ettim, o çok çok az dese bile ... * A, evet. Latince ve Fransızca'dan benzeterek biraz anlayabiliyorum* diyordu. Bu, pratikte Neo-Latin dilleri kavramının deliliydi. Ona Corriere della Sera ve La Repubblica'dan bazı makaleler getirmiştim. Burada ondan ve kazılarından
söz ediliyordu. Delaware Üniversitesi'nden Amerikalı jeolog John Kraft'ın keşifleri anlatılıyordu. Troia ovasıyla Menderes havzasındaki karotaj çalışmalarında yeni bilgiler elde etmişti. Homeros'un İliada'sındaki tanımların bir diğer kanıtıydı bunlar. Menderes Nehri anlatılırken, çağıldayan kaynaklardan, Menderes'in çağıldayarak aktığından, Troialı askerlerin öldüğü yüksek kıyılarından söz ediliyordu. Şimdilerde verimli ve nemli toprakların arasından sessizce, ağır ağır akıp giden cılız bir dere değildi orada anlatılan Homeros, kesinlikle çok eskilerde kaynaklarından çağıldayarak çıkarak denize doğru hızla akan eski Menderes'ten söz ediyordu.
Karotaj çalışmalarından 3 yıl sonra, 1980'de Kraft, bu ünlü savaşın yaşandığı M.Ö. 1180'lerde, Menderes'in kollarının bugünkünden çok daha gerilerde olduğunu ortaya koyuyordu. Troia, bir boğazla denize açılan kapalı bir koyun içindeki tepede bulunuyordu.
Korfmann gazetede yer alan kelimelere bir göz attı ama gözlükleri tozdan buğulanmıştı. Özür dileyerek yerinden kalktı ve Schliemann'ın kazı yaptığı dönemde de burada bulunduğu kesinlikle belli olan yaşlı meşe ağacının yanındaki çeşmeye yöneldi. Suyu açtı, gözlüğünün camlarını yıkadı. Onları kuruladı, gözüne taktı. Gökyüzüne doğru bakarak bu muhteşem maviliği net olarak görebilmenin verdiği mutlulukla gülümsedi. Kaldığı yerden devam ederek meraklı gözlerle gazetenin sayfalarını incelemeyi sürdürdü. Gözüne Kolb adı takılınca gülmeye başladı, kendine özgü Alman aksanıyla ve o etkileyici sesiyle o adı tekrarladı: * Ah Kolb!* ... Burada bir suçlama yer alıyordu. Ama o, * Kolb'den korkmaya gerek yok. Biz zaman zaman böyle insanların olmasını isteriz bile. Ona, - iyi bir düşman - diyebiliriz. Çünkü, bizim yapmakta olduğumuz iş onun sayesinde yeniden gündeme taşınıyor* , dedi. * Kolb suçlamalarında hiç haklı değil, ya arkeolojiden hiç anlamıyor ya da buradaki kazılarla ilgili saçma sapan tezler öne sürerek kafa karıştırmak istiyor. Ama böyle bir polemik gazetelerin ve haber kanallarının çok ilgisini çekiyor ve onu dikkatlerin odağına taşıyor* , diyerek devam etti.
Eskiçağ Tarihi uzmanı Frank Kolb, Korfmann ile Almanya'da bir konferansta, Düş ve Gerçek TROİA sergisinin Bonn ve Stutgard arasında dolaştığı dönemde, çok sert biçimde tartışmıştı. * Korfmann sadece halkın kafasını karıştırmaya çalışıyor * iddiasını öne sürüyordu. Oysa ki, gerçekler Korfmann'ın haklı olduğunu gösteriyordu. Korfmann, son dönem keşifleriyle Troia'nın şimdi az çok görülebilen bir akropolden ibaret olmadığını, 10.000 nüfusuyla ve kenti çevreleyen 3 km.den daha uzun su hendekleriyle büyük bir Asya kenti olduğunu ortaya koymuştu. Bu şehir, akropolü ve sayısız bina yapısıyla 270 hektar civarında bir alana yayılmıştı.
Biz, yaşlı meşe ağacının altında çaylarımızı içip sohbet ederken, kazıya katılan genç arkeologlar da çalışma alanlarına dağılmaya başladılar. Ben, merakımı daha fazla dizginleyemeyip sorumu sordum: * Prof. Korfmann, gerçekten bu uzun su hendeği var mı, Troia gerçekten bu kadar geniş bir alanda mı, Kolb ile girdiğiniz bu polemik ... * cümlemi bitirmeden beni durdurdu ve tüm nezaketiyle konuşmaların çevirisini yapan Emel'i de susturdu. O, Fransızca ve Latince'den benzeştirerek konuştuğum her şeyi anlayabiliyordu. Sorularımı geçiştirdi. Anladım ki, hassas bir noktaya dokundum. Çaylarımızı bitirmiştik bu arada. Korfmann'ın dikkati çok önemli konukların geldiğini işaret eden bir arkadaşına kaydı. Onların sponsorlardan olduğunu anladım. Bir metreden daha geniş, üç metre kadar uzunluğu olan devasa granit üzerine monte edilmiş bronz levhanın bulunduğu anıt taşın yapımını finanse etmişlerdi. Bu levhada, bugüne kadar Troia için maddi yatırım yapmış herkesin adı yer alıyordu. Bu isimleri şaşkınlıkla okudum: Korfmann'ın ekipmanını finanse etmiş olan Amerikan Crysler'den, Schliemann'dan Hadriyanus'a, Büyük İskender'e kadar herkesin ismi yazılıydı.
Bu konukların gelişiyle bizim varlığımız ikinci plana düşecekti. Onun en büyük keşiflerinden olan bu 3 km.lik su hendeğini görüp göremeyeceğimizi sormak istiyordum. Korfmann, bu misafirleriyle bir şeyler konuşup yeniden bizim yanımıza döndü. Ondan nazik bir veda beklerken, o bizi kendisini izlemeye davet etti. Biraz önce çalışma arkadaşlarının girdiğini gördüğüm yapının içine doğru ilerledik. Emel ile birlikte içeri girdik ... Ah işte, tam beklediğim gibi ... çömlek parçalarıyla dolu uzun sıralar ... Profesörün çalışma arkadaşları puzzle çözer gibi bu çömlek parçalarıyla uğraşıyorlardı. Önümüzdeki bu heybetli figürü izleyerek bir laboratuara girdik. Buraya göz atınca her şey açıkça görünüyordu. Biz kazıların en kutsal bölümündeydik. Salonun tam ortasında, bir çerçeve içinde asılı duran, iki yıl önce 5 bisikletçi ve kalabalık bir basın ordusuyla akropoldeki kazı yerine ulaştığımızda Korfmann'a hediye ettiğimiz PAFLAGONİA PROJESİ yazılı şiltin, orada gördüğüm anda beni ne kadar da mutlu ettiğini hatırlıyorum.
Korfmann, bize radyografiye benzer fotoğraf-puzzle gösterdi. Bu, yeraltındaki yapıyı gözler önüne seriyordu. Daha önce hiç buna benzer bir fotoğraf görmemiştim. Bunun, Troia çevresindeki tüm alanın radyografik bir incelemesi olduğunu anlattı. Burada surlar, odalar, dörtgen bölümlenmiş alanlar yer alıyordu. Bunlar bizim Pompeii'deki parselasyonu andıran biçimde meydanları, sokakları, yapıları işaret eder gibi görünüyordu. Çok etkilenmiştim. Kenti çevreleyen su hendeğini sordum. Korfmann bana açık biçimde anlattı. Yerin altında bulunan bir yıkıntının sürekliliği limite ettiği ve kestiği anlaşılıyordu. Bu radyografik sonuca nasıl ulaştıklarını sordum. Bu, yaklaşık 15 yıl süren bir çalışmanın sonucuydu. Troia'nın kazılmış bölgesinin çevresindeki tepelerin yamaçlarını yaklaşık 20 cm. aralıklarla tarayarak, elektromanyetik dalgalarla tespit ettikleri sonuçlardan oluşturmuşlardı. Özel bir alet yardımıyla, yerin altındaki bu görüntüler kazı yapılmaksızın ortaya çıkarılmıştı. Ama gerçekleri gözler önüne serecek kazıların daha geniş alanlarda da yapılması gereğini işaret ediyordu.
Yine merakımı yenemeyip bu su hendeğini görmek istediğimi söyledim. Hiç değilse, kazılmış olan o bölümü görebilir miydim?
Korfmann beni anladı. Emel'in ve benim şaşkın bakışlarımız arasında minibüsünü almaya gittiğinde ben de, karım Emiliana ile arkadaşı Cristina'yı bulmaya çalışıyordum. Giriş kapısına ulaştığımızda Korfmann da minibüsü ile oradaydı. Bizi alıp kuru otların ve tepelerin arasındaki dar yoldan ilerlemeye başladı. Profesörle biz dördümüz artık tepeye varmıştık. Hareket halindeyken minibüsün arada bir stop ettiğini, bir yılanın kıvrıla kıvrıla yoldan kaçtığını hatırlıyorum. Zeytinlikler arasında birkaç yüz metre kadar koltuklarımızdan sıçraya sıçraya ilerledik. Neresi olduğunu bilemediğim yere daha kolaylıkla erişebilmek için Korfmann yolu dikkatlice inceliyordu. Sonunda ulaştık. Çitlerle çevrilmiş bir kazı yerine gelince kontağı kapattı. Sur duvarlarının bir bölümüyle hendeğin bir kısmı oradaydı. Yanda da başka kazı yerleri. Biz tam onların laboratuarda gördüğümüz grafik fotoğraftaki bilgilere dayanarak çalışma başlattıkları noktadaydık. Merakım giderilmişti. Daha birçok konuda konuşmuştuk. Profesör, bize son derece nazik davranmıştı.
Kültür, tarih, arkeoloji ve insanlık adına kaçırılmayacak anları görüntülemiştik."

Yeni bir hipotez

Paflagonia Projesi ile onun edebi dayanakları arasında bağlantı kurarak, değişik ülkelerin halkları arasında kontakt yaratma ve bu proje sayesinde birbirini tanıyan insanlar arasında kurulmuş bulunan bağları daha da geliştirip yaygınlaştırma fikri doğdu. Çünkü, Homeros'un ve destanlarının adında sadece antik Troia yeniden hafızalarda canlanan bir merkez olarak kalmıyordu, bu halklar arasında bir savaş değildi yalnızca, bu bir anlamda halkların buluşması da olmuştu. Dikkatlerin Troia'ya odaklanması, bir zamanlar olduğu gibi olumsuz anlamda (savaş gibi) değil, tam tersine olumlu anlamda yüzünü Akdeniz'e dönmüş olan halkların bir araya gelme fırsatını yarattı. Biz, Türklerle İtalyanlar arasında ilişkiyi başlattık. Belki de, bunun ardından Akdeniz diğer milletleri de bize katılacaktır. Savaşın yaşandığı dönemin Troia'sı, çarpıştığı diğer Yunan şehirleri gibi egemenlik alanı sınırlı olan bir şehirdi. Bu savaş, birbirlerine yardım için bir araya gelen şehirlerin halkları arasında yaşanmıştı.
Şimdi bu tarihsel süreçten çok büyük farklılıklar var. Ama, insan olmanın gereği; kültürel, dini, ticari ve ekonomik konularda ittifak kurmaya hazır olmaktır. Neden Troia böyle bir ittifakın sembolü olmasın ki? İnsanların, halkların, milletlerin yapılandırmakta olduğu bir "Avrupa" sürecinde değil miyiz? Neden Akdeniz, denizde ve karada onlarca savaştan sonra, Lepanto'dan sonra, Avrupa anakarası ile kıyılarında bir birlik oluşturma rüyasının mekanı olmasın? "Bölünme" yerine "bölüşme" fikri yeşertilemez mi?

Öncelikli düşünce

Homeros, destanlarında Troia savaşındaki kahramanların savaş sonrasında kendi topraklarına ya da başka topraklara doğru yaptıkları yolculukları da anlatır. Bu antik dönem kahramanları ve denizciler neden Troia'ya sembolik bir geri dönüş gerçekleştirmesinler ki ... Neden Antenor ile Aeneias ve sonra da tüm efsanelerde sözü geçen diğer Yunan şehirlerinin kahramanları sembolik olarak geri dönmesinler buraya? Troia, "buluşmanın" sembolü olmalıdır: 3000 yıl öncesinin savaş alanından bugünün buluşma merkezine! Padova ve Roma, Antenor ve Aeneias ile bu dönüş yolculuğunun öncülüğünü yapabilirler. Homeros'un, Vergilius'un anlattıkları destansı olaylardan fazlası gerekli değil, onların tüm batıda öğretilen ve çok iyi bilinen bu ortak kültürel ve edebi muhteşem mirası, kültürel paylaşımı sağlayacak güce sahiptir. Çünkü, bu bir dialog fırsatıdır. Çünkü, bu destanlarda anlatılan halkların öyküleri şimdi "birlik" ( yani A.B.) fikrinin de temelini oluşturmaktadır. Aslında, ülkeler arasındaki sınırlar tarihsel ve kültürel anlayışa dayanmaktadır. Ama, her ülkenin kendi sınırları içinde başka milletlerin, kültürlerin, ırkların bir arada yaşadığı da bir gerçektir. Farklı ülkelerden ve farklı halklardan oluşan "Avrupa", bugüne kadar onlardan farklı olduğu düşünülen kültürel bağları araştırıp bulabilme ihtiyacındadır
"Çatışma" ilişkileri "buluşma" ilişkilerine dönüştürülerek kurulan bu bağlar, Avrupa'nın kendi tarihi içinde bulunabilir. İnsanlık, farklılıktan gelen çatışmaların, bölünmelerin olumsuz (negatif) tarihini yazdığı gibi, geçmişini yeni baştan gözden geçirerek ve bugün ele geçirdiği fırsatları değerlendirerek ( ki; Avrupa Birliği'ne doğru tansiyonun yükseldiği, paylaşımdan söz eden yeni sembollerin yaratılmaya çalışıldığı böyle bir dönemde) tarihini yeniden yazabilmelidir. Ve bu tarihte, Troia da, 3000 yıllık "buluşma"nın muhteşem öyküsüyle yer almalıdır.

Olası fırsatlar

Troia'da her yıl geleneksel bir festival yapılmaktadır. 15 Yıldan bu yana, Haziran ve Eylül ayları arasında uluslararası bir kazı ekibinin Troia'da bulunuyor olması onların geldikleri şehirlere buradan düzenli bilgi akışının sağlanması demektir.
Troia, İstanbul Boğazı ile birlikte Asya ve Avrupa'yı birbirinden ayıran denizin iki kolundan biri olan Çanakkale Boğazı'nın tam girişine hakim bir noktada bulunur. Belki de, engin Karadeniz ( Barış Denizi)'de hiç de kolay olmayan bir yolculuk yaparak bu boğazları geçen Neolitik dönemin ilkel çiftçileri tarımın Avrupa'ya yayılmasını sağlamışlardı. Bu boğazdan ya da bu geçitten ( bir hipoteze göre bu boğazlar tufandan sonra oluşmuştur. Anadolu fayı birkaç yıl önce Adapazarı depreminde de gördüğümüz gibi tam da boğazların yer aldığı hattan geçmektedir), Orta Afrika'dan gelen insanlar ilk geçişi yapmış olabilirler...

Değişik merkezlerden yola çıkarak, deniz yoluyla, Troia'ya doğru sembolik bir geri dönüş neden yapılmasın ki?

İki yıldır, Ağustos ayında, eski adıyla Tenedos Adası'nda yani Bozcaada'da bir gurup Türk aydını, tam da Troia'nın karşısına denk gelen bir noktada, gündoğumundan günbatımına kadar İliada okuyorlar. İliada, farklı ülkelerden insanların katılımıyla değişik dillerde seslendiriliyor.
Bu, sonuçta bir sembol. Birbirinden farklı ama bir araya gelebilen kültürlerin buluşmasını sembolize eden güzel bir örnek.
Yazan: UGO SİLVELLO - Kasım/ 2003
Çeviren: EMEL (ALTAN) EGE

· Ç.N.: Çevirenin notu


Resimaltı yazılar

Birinci Bölüm

*Antik Veneto savaşçısı - Este Müzesi/ Padova- İtalya
*Demir Atlarla ayrıldılar
*Paflagonia'ya doğru startın verildiği Fontaniva'daki Elit Tesisleri- Fornaci Ocakları - Padova/İtalya
*Kuzeyin zengin ormanlarla bezeli yüksek kıyıları
*Epik şair Homeros'un bir portresi
*CNN ve Türk televizyon ekipleri gurubumuzun Türkiye'ye varış anını görüntülüyor.
*Loredana Capuis'in Venetler kitabının kapağı ile Doğu etkisindeki Paleovenet çizimleri ve Trento Müzesi'nde bulunan bir Paleovenet savaşçısı heykelciği
*Ortada: İtalya, Veneto bölgesi ve Padova
Solda: Bir vazo süslemesinde Antenor ve Priamos
Sağda: Mitolojik kahraman Antenor'un Padova'da bulunan ortaçağ lahdi
*Hayvanların Tanrısı olarak adlandırılan bir tanrıçanın bir Paleovenet bronz diski üzerindeki tasviri

İkinci Bölüm

*Yola çıkmadan önce
*Soldan sağa: Müjdat Yeşildağ, Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Rıza Yalçınkaya, Amerigo Sartore ve Emel Ege
*Solda: Fikret N. Üçcan - sağda: projenin tanıtımında yetkililer ve davetliler
*İtalya ve Türkiye'den bazı yolculuk görüntüleri.
Karadeniz kıyılarında zorlu etabın sonunda başlarına çiçekten taçlar takılan üç bisikletçi
*Troia'dan geçerek İtalya'nın Veneto bölgesinden Türkiye'nin Paflagonia'sına uzanan yolun grafik çizimi
*Türkiye'de yol boyunca yapılan karşılama törenleri ve kutlamalar. Dinlenme anları, gazetecilerle karşılaşma, Ulus, Safranbolu ve Kastamonu'da halk ve parlamenterlerle buluşma.
*Paflagonia'dan görüntüler. Solda, Amasra İnebolu arasındaki Karadeniz kıyılarından manzaralar. Yukarıda, Kastamonu'da sarımsak üreticileri.
*En altta: İtalya'nın Toscana bölgesinde ayçiçeği (günebakan) tarlaları.
*Bursa Bartın arasındaki yolda bisikletçiler.
*Troia harabelerinde bisikletçilere rehberlik yapan Prof. Brian Rose ve Prof. Manfred Korfmann ile karşılaşmamız.
*Kültür Bakanı ile Enerji Bakanı'nın da yer aldığı karşılama töreni.

Üçüncü Bölüm

*Anadolu Projesi'nin tanıtımı ve sunumu amacıyla Padova yönetimi tarafından hazırlanan broşür. Logo, Dr. Ugo Silvello tarafından tasarlandı. Amblemde, Padova Vilayeti Uluslararası İlişkiler Ofisi yazıyor.
*Padova ve Bartın arasında imzalanan protokol.
Sağda; Padova Vilayet Sarayı önünde bulunan Antenor'un Lahdi.
*Padova yönetimi tarafından hazırlanan broşür.
*Türk delegasyonunun Padova ziyaretinden görüntüler. Aşağıda; İmza töreni. Üstte; Venedik , Fontaniva ve Bassano del Grappa köprüsünden kareler.
*Bartın'dan manzaralar. Kentin sembolü olan çamlı kayalık ve ormanlar.
*Geleneksel çalışmalardan görüntüler. Bartın civarında harman yeri. Karadeniz kıyılarından görüntüler. Bartın Belediye Başkanının kabulü.
*Troia ören yerinde Hisarlık Tepesi ve çevresindeki düzlüğün hava fotoğrafı. ( fotoğraf, Düş ve Gerçek Troia kitabından alınmıştır.
*Prof.M.Korfmann ile birlikte Troia kazı alanını incelerken.
*Düş ve Gerçek Troia kitabı. Sağda; Avrupa halklarının genetik dağılım haritası.
*Homeros. Altta; Aşil ve Patrokles
*Düş ve Gerçek Troia kitabından alınan bir uydu fotoğrafında Çanakkale ve İstanbul boğazlarının görüntüsü.