Tüm dünya, hepimiz onu korkuyla bakan bir
çift zümrüt yeşili gözle tanımıştık. Onun adı yoktu. Üzerinde lime
lime olmuş kızıl giysileriyle Steve McCurry'nin yüzüne doğrulttuğu
objektife bakarken neler hissettiğini tam olarak anlayamamıştık
henüz. Deklanşöre uzanan parmağı belki de bir silahın namlusuna
dokunur gibi algılamıştı. O bizim için sadece "Afgan Kızı"ydı,
1984'de National Geographic'in kapağına yerleştiğinde. Tüm dünya,
hepimiz onu öylece tanımıştık. Bombalardan kaçan, ailesini ateş
altında yitiren, Pakistan sınırında yoklukla, açlıkla, soğukla,
yalnızlıkla mücadele etmeye çalışan, yaşadıklarına hiçbir anlam
veremeyen, insanlara güvenini tümden kaybetmiş, ürkek bakışlı bu
küçük kızın yüzü, kısa sürede tüm dünyanın en tanınan siması oluvermişti.
Ama onun neler yaşadığını, hazin öyküsünü, dahası adını bile bilmiyorduk
o zamanlar. O, sadece "zümrüt bakışlı mülteci Afgan Kız"
olarak kaldı yıllarca hafızalarımızda. Onun da çocukluk düşleri
olduğunu hiç aklımıza getirmedik. Artık, kollarına atılabileceği,
kendini koruyacak, güvenle büyütecek bir annesi olmadığını, onu
bombaların paramparça ettiği soğuk ve kanlar içinde bir beden olarak
dağlarda bırakıp, sadece yaşamak için kaçtığını, hep kaçtığını bilemedik.
Dünyanın başka köşelerindeki yaşıtları gibi, akşamları kendisine
yiyecek, giysi hatta belki renk renk oyuncaklar getirecek bir babası,
sığınacak bir yuvası olmadığını hiç anlayamadık. Onun için oyun,
tek başına kalmış bir yavru ceylan gibi dağlarda seke seke kaçmak,
ÖLÜMden saklanmak demekti. Onun için yaşam, yıkıntılar arasında
bir lokma yiyecek bulmak, gecenin karanlığında sığınacak bir kuytu
aranmak demekti. Bütün dünya, hepimiz onu bir çift zümrüt yeşili
göz olarak tanıdık. Adını bilmedik, korkularını anlamlandıramadık.
O, bizim için bir "Afgan Kızı"ydı, o kadar.
Şimdi, tüm dünya Reuters tarafından geçilen fotoğraftaki "Kömür
karası gözlü Iraklı kız"ı tanıdı. Onun da adı yok. Zaten adının
önemi de yok. O sadece bir ÇOCUK. Ama belli ki, o küçücük beden
henüz "zümrüt yeşili gözlü Afgan kız"ın yaşadıklarını
yaşamamış. Bombaların kulakları sağır eden patlamalarıyla da, parçalanmış
bedenlerin kanlı görüntüleriyle de karşılaşmamış. Ölümün adını belki
henüz hiç duymamış. Sevdiklerini yitirmenin acısını yaşamamış. Ama
bakışlarında hüzün var. Çocuksu düşlerin yerini endişeli bekleyiş
almış. Yalvaran gözlerle bakıyor, "çocukluğumu benden almayın"
der gibi...
İngiliz Medact kuruluşu olası Irak savaşının bilançosunu çıkarmış:
48 bin ile 260 bin arasında ölü. Nükleer silahların kullanılması
durumunda ise ölü sayısı 375 bin ile 3 milyon 900 bin arasında olacak.
Salgın hastalıklar, kötü beslenme ve ağır göç şartları yüzünden
ÇOCUK ÖLÜMLERİ ARTACAK.
Öyküsünü yeni öğrendiğimiz "zümrüt yeşili gözlerle ürkek ürkek
bakan Afgan kız" şimdilerde otuzlu yaşlarında, çocuklarına
sımsıkı sarılıp ayakta kalmaya çalışıyor. Ama yitirdiği çocukluğunu
asla bulamayacağı için aramaya bile kalkışmıyor. Şimdi bakışlarında
sadece yorgunluk var. Geleceğin hayalini kurmamayı ise çoktan öğrenmiş.
Çocukluk düşleri bombalarla parçalandığından beri belki de asla
bir düşü olmamış.
Belli ki, "kömür karası gözlerle adeta yalvarırcasına bakan
küçük Iraklı kız"ın bunları düşünecek kadar bile zamanı olamayacak...
EMEL (ALTAN) EGE 11 ŞUBAT 2003