|  
           
 İSTANBUL’DA BİR VENEDİK SARAYI Bundan beş yıl kadar önce, harika bir Temmuz akşamında  Beyoğlu’da Tomtom Kaptan Sokağı’na inen dik yokuştan aşağıya doğru ilerlemeye  çalışırken heyecandan dizlerim titriyordu. Yokuşun sonunda, sağda tüm  ihtişamıyla yükselen Venedik Sarayı’nın kapısında görevliye adımı söyleyip,  girişi hiç de kolay olmayan bu tarihi yapıya adımımı attığımda heyecanım da  giderek artmıştı. O gece, Türk-İtalyan ilişkilerinde yepyeni bir sayfa açacak  olan Paflagonia Projesi’nin İtalya’dan sonra Türkiye’de ilk kez basına tanıtımı  yapılacaktı. Bu proje, Venedik’in içinde yer aldığı Veneto Bölgesi halkının  atalarının 3200 yıl kadar önce, Anadolu’nun Paflagonia Bölgesi’nden geldiği  yönündeki araştırmalar sonucunda oluşturulmuş ve Veneto’dan Paflagonia’ya  uzanan yaklaşık 3000 km.lik yolun bisikletlerle katedilmesi yönünde hazırlanmış  bir kültür projesi idi. Venedik tarihi üzerine yıllardır yaptığım çalışmalar  bana da bu sarayın kapısını açmış, dahası Paflagonia Projesi’nin fikir babası  Ugo Silvello ile tanışma şansı yaratmıştı.   *** *** *** Girişten sonra yine kırmızı halılarla bezeli, altın varaklı ayna ve mobilyaların göz aldığı aydınlık salona vardığımda büyük bir “basın ordusu” arasında, köşede otururken gördüm Ugo’yu ilk kez. Uzun bir bekleyişin ardından kalabalığı yarıp yanına varmayı başardım ve bir solukta kendimi tanıttım. Kendi ülkesinin tarihine, kültürüne, diline olan ilgim bu kez de onu heyecanlandırmıştı. Sarayın iç avlusuna açılan merdivenlerden, asırlık ağaçların yer aldığı geniş ve bakımlı bahçeye inerken kırk yıllık dostlar gibi kol kolaydık. Türk ve İtalyan resmi makamlarının da hazır bulunduğu kokteyl boyunca hep ortak tarihimizden, birbirini etkileyen kültürümüzden, geliştirilen ortak kültür projelerinden ve bu saraydan söz ettik. Pera’ya Beyoğlu adı verilmesinde rolü olduğu varsayılan ünlü Venedik Elçisi Andrea Gritti de bu sohbetlerde hep bizimle gibiydi... *** *** *** 
 Bizans’tan Osmanlı’ya Venedik Lagünü’nde dağınık halde yaşayan halkların 466  yılında Badoer, Barozzi, Contarini, Dandolo, Falier, Gradenigo, Memmo,  Morosini, Polani, Sanudo ve Tiepolo ailelerinin hakimiyetinde on iki merkezde  toplanmalarının ardından 697’de, ilk kez bir araya gelerek Paoluccio  Anafesto’yu, Piri Reis’in deyişiyle “dozi” yani “on iki başı” seçmeleri ile  Venedik Dükalığı’nın da temelleri atılmıştı. Venedik’in önce Adriyatik’te  hakimiyeti sağlaması, ardından Akdeniz’de varlığını hissettirmesi sonraki üç  yüz yıl içinde gerçekleşti ve çok geçmeden, 992 Mart’ında, o dönem dünyanın en  büyük pazarı olan Konstantinopolis’te en önemli denizci-tacirler olan  Venedikliler’in Akdeniz’deki güvenliği ve korsanlarla mücadele için İmparator  II. Basileios ile anlaşma imzalandı. Bu, bir anlamda İstanbul – Venedik  ilişkilerinin resmen bin yıl öncesinde başladığını göstermektedir.  
 ***** ***** Dış cephesinde Venedik bayrağında da yer alan ve Aziz Mark’ı  sembolize eden “kanatlı aslan” kabartmasının bulunduğu bu göz alıcı saraya,  ikinci kez,  dünyaca ünlü Murano  camlarının birkaç yüzyıllık örneklerini İstanbul’a taşıyan   bir sergi nedeniyle gitmiştim.  Binaya girmeden önce, giriş kapısının hemen  üzerindeki kabartmaya baktım uzun uzun... Venedik elçilerinin önceleri  yaşadıkları, Haliç’in öbür kıyısındaki ahşap konaklarının önünde de böyle bir  sembol yer alıyor olmalıydı ki, şu an hiç izi kalmayan bu konak, kayıtlara  geçerken bulunduğu mekan olarak “Aslanlı Ev Mahallesi” yazılmıştı.  ***** ***** Sarayı üçüncü ziyaretimde, mimari özelliğiyle heyecan yaratan bu merdivenin kırmızı halılarla kaplı basamaklarından galeri katına çıkarken yanımda, küçük bir beldemizle, Çanakkale’nin İntepe’si ile “kardeş kent” olan Roma’nın Nemi’sinden gelen bir İtalyan heyet ve bizi karşılayan İstanbul Başkonsolosu da vardı. Başkonsolos eşliğinde sarayın özel bölümlerini ilk kez gezerken kendimi Venedik’teymiş gibi hissettim. Galeri katında yer alan salonların duvarları İstanbul – Venedik ilişkilerini ortaya koyan, dönemin önemli sanatçılarına ait değerli tablolarla bezenmişti. Topkapı Sarayı önünde Venedik Elçisi için düzenlenen karşılama töreni, kortej geçişi, Elçi’nin Sultan’a takdimi, Venedik Elçisi’nin onuruna verilen ziyafette tüm diğer ülke elçileri birlikte Topkapı Sarayı’ndaki görüntüleri paha biçilmez değerdeki antika Murano avizelerinin aydınlattığı, Venedik’in renkleri kırmızının ve altın tonlarının hakim olduğu salonlarda sarayın sahip olduğu en eski ve en değerli parçalar olarak yüz yıllara meydan okur gibiydi. *** *** *** 
 1797’de Napolyon tarafından ele geçirilen Venedik,  sahip olduğu tüm değerlerle birlikte bu gösterişli sarayı da Fransa’ya bırakmak  zorunda kalmış ve burası 1815’e kadar Fransız elçilerinin ikametgahı olmuştu.  Viyana Anlaşması sonrası Avusturya’nın eline geçen saray Avusturya Elçiliği’ne  dönüştürüldükten yüz yıl kadar  sonra, 27  Mart 1919’da yeniden İtalyanların olmuş, ama bu süre içinde Venedik Cumhuriyeti  1866’da, 1861’de kurulan İtalyan Birliği’ne bağlandığı için, bu saray da  İtalyan Elçilik Sarayı olarak anılmaya başlamıştı. Bahçedeki revaklı bölümde  korunan mermer “kanatlı Aslan” kabartmasının altında bu süreci anlatan kısa bir  yazı vardı. ***** ***** Venedik Sarayı’nı son ziyaretim, 2004 Şubat’ından beri  Ankara’da görev yapan Büyükelçi Carlo Marsili’nin daveti üzerine gerçekleşti.  Bizi karşıladığı çalışma odasının bir duvarında Venedik’i Acqua Alta döneminde  tasvir eden ilginç bir tablo vardı; San Marco Meydanı’nda dolaşan gondollarla...  Diğer duvarda da, İtalya ile  Osmanlı  ilişkilerinin resmen başladığı tarihte  İstanbul’da görev yapan elçi Giacomo Durando  (1856-1861)’dan başlayarak bugüne kadar görev yapmış tüm İtalyan Büyükelçilerin  sırayla dizilmiş görüntüleri. Marsili, bir yandan 2006’da 150. yılını  kutladığımız ikili ilişkiler nedeniyle Ankara ile Roma’nın, İzmir ile  Ancona’nın ve  İstanbul ile Venedik’in  “kardeş kent” olduklarını anlattı büyük bir mutlulukla, bir yandan da bize tüm  odaları gezdirirken “eşi Türk olan tek Büyükelçi benim”, dedi gururla.  ***** ***** Bu sarayın en gizemli yeri, alt katında her türlü tehlikeden  uzak tutulmak üzere koruma altına alınmış arşivi olmalıydı. Yazışmalar,  anlaşmalar, raporlar, tutanaklar ve  kim  bilir daha neler neler... Büyük bir bölümü, raflarının toplam uzunluğu elli  kilometreye ulaşan Venedik Şehir Arşivi’nde, en eskisinin tarihi 1094’e uzanan  belgelerle birlikte Venedik’te saklanıyor olsa da, bu saray bir anlamda  İstanbul’un da tarihini anlatıyordu.  
 Emel ALTAN EGE   
  | 
        |||||